“el-Vedûd” olan Rabbimiz, muhabbetin kaynağı, sevene ve sevilene sevgiyi lutfeden, hakiki sevgiyi kendi Zâtına hak eden biricik sevgili… Her şey, herkes sevgisini O’ndan almış; bir akrep, bir yılan yavrusunu severken, onu diğer varlıklardan farklı bir konuma yerleştirirken de sevgiyi, “O İlâhî Rahmet Menbaı”ndan almış. O hâlde aşk, muhabbet ilâhî…
İnsanlara da lutfetmiş Rabbimiz sevgisini… Şefkatin, merhametin, muhabbetin temsili kabul edilen anneler, sevdikleri yavruları uğruna canlarını fedâ ederler, hiç gözlerini kırpmadan… Kitaplar, tarihler, birbiri uğruna kendini fedâ eden âşıkları anlatır; aşk acısıyla kıvrananları, hayatı zindana dönenleri, sevdiği uğruna dağları delenleri… O hâlde aşk, insanı baştan çıkaran büyük bir güç…
Aşk, siparişle gelmez. Bir insan, kendisini zorlasa da birisini sevmek ya da birisinden nefret etmek gücünü çoğunlukla elinde bulunduramaz. Çünkü kalp, ferman dinlemez.
Öyleyse insan, her gözünün gördüğünü, gönlünün kaydığını sevmeli, ona âşık olmalı mıdır? Aşkın bir usûlü, bir âdâbı, bir sınırı, bir yolu yok mudur? Elbette vardır. Akıl ve irâde sahibi insanı, diğer varlıklardan ayıran en büyük özellik de budur. O, aşkını, aklının süzgecinden geçirir. Her sevdiğinin peşine düşmez. Aklının ve iradesinin de hakkını verir, vermelidir.
Rabbimiz, kullarına çeşit çeşit lütuflarda bulunmuştur. O’nun nimetlerini saymaya kalksak, gücümüz yetmez. Göz, kulak, el, ayak vb. organlarımız dünyayla irtibatımızı sağlayan en önemli organlarımız; âdeta dış dünyaya açılan pencerelerimiz gibidir. Akıl, irade, gönül ve vicdan ise dışarıdan aldığımız intibaları değerlendirdiğimiz idrâk merkezlerimizdir. Eğer biz, bazı hâdiselerde idrâk merkezlerimizi kontrol edemiyorsak, o hâlde onların dünyaya açılan vasıtaları olan organlarımızı kontrol altında tutmalıyız. Daha açık bir ifadeyle eğer kalbimize söz geçiremiyorsak, kalbimize o ilk sinyalleri göndermemeli, suyu baştan kesmeliyiz. Kur’ân-ı Kerim’in ifâdesiyle, “Zinâya yaklaşmamalı”yız. (el-İsrâ, 32) Çünkü kaygan bir zeminde sürüklenmeye başladıktan sonra fren yapmaya çalışmak, çoğu kez beyhûdedir.
Rabbimiz, sırasıyla Peygamberleri ve Peygamber Efendimizi yapmaları gerekenlerden, yaptıklarından ve ümmetlerinden hesâba çektikten sonra her bir ümmeti, her bir ferdi de ayrı ayrı hesâba çekecektir. Hattâ bu hesap o kadar çetin ve teferruatlıdır ki, insanların bedenleri, elleri, ayakları, gözleri, kulakları, derileri ve bütün âzâları dile gelecek ve her biri bildiklerini tek tek anlatacaktır. Yâsîn Sûresi’nde bu manzara şöyle hatırlatılır:
“O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şâhitlik eder.” (Yâsîn, 65)
Öyleyse insan, her an bu çetin hesap gününün şuurunda olmalıdır. Bugün etrafımızdaki herkesi, hattâ bazen kendimizi de kandırabiliriz. Ama o gün, mazeretler, bahaneler tükenir ve her şeyin gerçek yüzü ortaya çıkar.
Bu ana prensiplerin ardından, başlığa çektiğimiz soruyu merkeze alırsak şöyle bir cevap verebiliriz:
Elbette aşkın kaynağı ilâhîdir ve insan, çoğu kere seveceği kişiyi kendisi seçemez. Ama insan, sevdiği ile de imtihan edilir. Bazen sevdiğine kavuşarak, bazen de ondan ayrı kalarak… Sonuçta bu dünya, bir imtihan âlemidir.
Sevdiğine kavuşan insan, sevdiğine ne kadar lâyık olduğunu kanıtlamakla imtihan olunur. Seven de, sevilen de bu “sevgi sağanağı” ile imtihandan geçer. Eğer insan, en değerli olan muhabbet hazinesini, son kuruşuna kadar sadece mecâzî sevgilerde tüketirse, kendisine de, muhabbetine de, sevdiğine de zarar vermiş olur. Bazen sevdiği, iyi bir tercih değilse, insan bu sevgi uğrunda da iki dünyada katlanacağı ağır bedeller öder.
Sevdiğinden mahrum olan insan da imtihandadır. Kaderin kendisine nasibi başka ise, hem onunla, hem de sevdiğiyle imtihan edilir. Kalbini, bedenini, duygu ve düşüncelerini hangi limanlarda gezdirdiğinden… Eğer ilâhî takdire boyun eğip teslim olmuşsa, başka… Aksi hâlde kalbi, her an pır pır atmakta, şeytan ve nefis her an zihninde ve gönlünde tuzak kurmaktadır. Böyle bir insan, “Kulak, göz ve gönlün yaptığı her şeyden mesûl olduğunu” (el-İsrâ, 36) hiçbir zaman unutmamalıdır.
Kavuşulan sevgili, eğer insanın gönlünde sadece bir basamak olur ve son durağa dönüşmezse, insanı Allâh’a yaklaştırır.
Ayrı kalınan sevgili de, sabır ve teslimiyet imtihanından başarı ile çıkanların, hasretle kazanmasına yol açar. Çünkü insan, hasretle kazandığını vuslatla tüketir. O hâlde hasret ateşinde kavrulup duran, fakat Allâh’ın cezâsından korktuğu için helâl dâiresinden çıkmayan iffetli insanlara hem bu dünyada, hem de âhiret âleminde büyük mükâfâtlar vardır. Peygamber Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın böyle iffet sahibi erkek ve kadınlara, “dâimî bir şekilde hissedecekleri” îman lezzeti nasip edeceğini haber vermiştir.
Rabbimiz, insanı da, ona vesvese veren nefis ve şeytanı da çok iyi bilmektedir. Çünkü her birini O yaratmıştır. İnsanın kalbinde geçen anlık duygu ve düşünceleri dahî bilen Rabbimiz, onun kalbindeki sevgi tomurcuklarından da haberdardır. Kendi rızâsı için, bu yasak sevgi çiçeklerini dermeyen bir kula, o çiçeklerden daha güzelini de lutfedecektir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, Allah Teâlâ affedip Cennetine koyar.” (İbni Asâkîr)
“Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehiddir.” (Hakim, Hatib)
“Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk belâsına mâruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir.” (Deylemî)
Gelin, ellerimizi açıp Rabbimize şöyle duâ edelim:
Ey sevgiyi var eden Rabbimiz;
Ey bizi seven, sevgisinden bizlere de lutfeden Rabbimiz!..
Bizi, Seni sevdirecek sevgilere ulaştır. Bizi Sana erdirecek, sevdiğin, râzı olduğun, söz, iş ve amellere ulaştır. Bize, Senin sevgini bitip tükenmez bir rızık kıl. Bizi, Senin sevginden mahrum edecek, söz, iş ve amellerden uzaklaştır. Bizi, sevdiğin, sevmemizi seveceğin sevgili kullarının sevgisi ile donat. Onların nûrunu kalbimizde parlat. Bizi, sevdiğin kulların ile yaşat, onlarla haşret. Sevginden mahrum ettiğin, kalbi kara, yüzü kara, ameli kara kullarından da, onların karanlık âkıbetlerinden de bizleri koru. Âmin, yâ Muîn…
YORUMLAR