Ey âşikâr! Seni gökte, gezegenlerde ve yörüngelerde aradım. Seni sayfaların -sonu gelmez zıt fikirli sayfaların- arasında; Seni zihnimin dehlizlerinde aradım. Seni yürek denen vefâsızda aradım.
Hak sandığım ne varsa, dolu dolu konuştum, bağıra çağıra aradım. Ki biliyordu bir yanım, ancak susan duyardı ve biliyordu bir yanım, kolundan çevirip yol sorduğum kimseler, bilmediklerini kabul etmeyecek ve yanlış tarif edeceklerdi. Ama ben öylesine çaresizdim ki, açlığım, bildiğimle amel etmeme engeldi. Ve sıkıntının büyüğünün herkesi cahil ve ahmak kılabildiğine şâhit oldum.
Seni sevdiklerinle yakınlık tutmada; Seni, Seni ananlar arasında oturmada aradım. Bir çember çizdim etrafıma; ben yine câhilliğe de tutulsam, Sen’den uzaklaşmama engel olsun diye, çemberin üstüne bir kale ördüm. Ey aşikâr, esaret bana ağır geldi de tuğlaları yıktım sonra, ilk başta bunca zaman ne de küçük yerde dikilmişim dedim, gezdim, dolaştım. Ama vakit geldi, dışarısı içime hafif geldi. İç basınç-dış basınç meselesi; biraz daha kalsam, paramparça olacaktım. Kalenin yanına geldim, döküntüler artık anlamlı değildi; eskiden kıymet verdiğim şeylerin hiçbiri artık kıymetli değildi. Seni geçmişimde aradım, zira çözüm görüp geçirmek de değildi.
Ey âşikâr! Elde etmekle hiçbir şeye kavuşulmadığını artık anladım. Gıpta edilen şeylerin, hiç de gıpta edilecek şeyler olmadığını da... Öyle çaresiz düştüm ki, âşikâr! Kimse merhem olamadı yarama... Ortada merhem yoktu, ortada kesik yoktu, ama içimde beni yakan bir öfke, çok büyük bir öfke vardı. Ey âşikâr! Ben kaybetmiştim! Kaybettiğim şeyin maddî olduğunu sandım başta, sevdiğim yolları, sevdiğim insanları, sevdiğim rüzgârları kaybettiğimi sandım. Ama benim kaybolmuşluğum çok daha derindi, çok daha eskiydi. Niyetimi ve yolumu kaybetmiştim; bu da beni sürükleyecek nehir kaybolunca açığa çıkmıştı işte: Nereye gideceğimi bilmiyordum.
Seni zikrinde de aradım, Seni mâsiyet eşiğinde de aradım; kızgınken de, üzgünken de, kahkahalarla gülerken de aradım. Başım düşüncelerimi almaz oldu, kalbimde sisten başka hiçbir şey kalmadı, sevgiyi yitirdim. Değer yargılarımın hepsi devrildi, masada yalnızca hesap makineleri kaldı. Ve ölçüp biçince, karşılıksız, çıkarsız hiçbir şeyin anlamı yoktu. Kimseyi civarımda istemediğimi fark ettim; yalnızken ise, gürültülerim duvarlardan bana dönüyordu. Sevmek taklidi yapmak ise çok zordu! Fedakârlık, samimiyet ve muhabbet olmadıkça mümkün değilmiş, bunu anladım.
Ey âşikâr! Biliyorsun ya, sokak sokak ne olduğunu bilmediğim o şeyi aramanın eşiğine geldim. Arayanı az sanırdım, bulanın çok daha az olduğunu anladım. Sığınacak hiçbir yerim olmadığını ve beni kendi şerrimden ancak Sen’in koruyabileceğini de…
Meğer, basit şeyler ne denli hakikiymiş. Artık ben de anladım, nimetimizin kalbimizin rızkı kadar olduğunu, kalbimizin rızkınınsa ancak niyetimizce olduğunu...
Ey âşikâr, tekrar kaybedip tekrar bulmak mıdır bu işin tabiatı? Benim akıntılara karşı neşeyle kürek çekecek coşkum kalmadı. Benim, akıntıya karşı da olsa doğru bildiğime yürümeyi bırakacak pervasızlığım da yok. Yarattıklarına sahip çıkacak olan ise, ancak Sen’sin.
YORUMLAR