İnsanlığın var oluşundan itibaren güzel olan ne varsa, ilham kaynağı olarak kullanılmış, övülmüş ve o güzelliğe dikkat çekilmiştir. Sahip olmak uğruna, maddî-mânevî mücadelelerin, rûhî bunalımların ve kapitalist üretimlerin sebebi olan “güzellik”; asırlar geçtikçe aynen önemini korumuş, sadece şekil değiştirmek sûretiyle varlığını sürdüreye devam etmiştir. Her yeni yılda genetiğiyle oynanarak alıcılara sunulmuş ve Allâh’ın yaratışındaki o esrarlı ihtişâmın seyrinden ziyade, içi boşaltılmış bir “kabuk değişimi” olarak damgalanmıştır.
Güzel olanın, zaman ve mekâna göre değişimi, insanlığı yeni mücadelelere sevk etmiş ve sahip olma yarışlarında onun olmazsa olmazı olan en büyük destekçisi; mânevî hislerin göz ardı edilmesine sebep olmuştur. Ve sonrası mâlum; “buhranlı güzel sendromu” ortaya çıkmış ve hayatın her alanında “yokluğu ayıplanan” bir kavram olarak insan hayatındaki yerini almıştır “güzellik”… Hassasiyet ve dikkat sahibi edebiyatçılarımızın rûha ve mânevî hislere olan methiye dolu eserleri olmasa, îmânî duyguları zayıf olan bir çirkinin (!) yaşayabileceği bir dünyadan çok uzaklaşmıştır insanoğlu...
Rûhu yaratan ve güzellik kavramının orijinalini ayrıntısına kadar Kur’ân-ı Kerîm’de âlemlere sunan Rabbimizin bu cömertliğinden haberi olmayan bu güzellik mahrumu insanlar, buhranlı sendroma yakalanınca çaresiz sahteliklere yönelmiş ve kapitalist sistemin çarkında ezilen sayısız kurbandan biri olmuşlardır. Ve güzelin güzel olmasının ardındaki hikmetin, aslında onu en ince ayrıntısına kadar nakış nakış hayranlık verici derecede yaratan Rabbin gücüne âşık olmaya varan bir yol azığı olduğunu hazmedince, perdeler kalkıyor. Ve sonra daha büyük bir şahlanma geliyor hislere; O’nun “Ol!” diyerek yarattığı hangi zerre, “çirkin” kelimesiyle aynı cümlede kullanılabilir ki?! Ancak günahların ve kötülüğün bir diğer ifadesidir, “çirkinlik”… Ve ısrar ederse, insan için daha ötesi hüsran olur. İyiliğin bereketlendiği her ömre, fizikî güzelliğe mânâ kazandıran her şeyin tekâmülü için savaşan rûha, her zerrenin tasarımındaki karizmaya, güzelliğe ve hayranlığa ait hangi lâfızlar varsa dile getirilebilir ve hakkıyla fânîliğin mânâ kazanmasına vesîle eylenir.
Korkulardan, komplekslerden, utançlardan ve buhranlardan uzak, Rabbin verdiğine râzı olmak, bereketlendirir güzelliği… Ömrün asıl gayesinden kopmadan, nefs mücadelesinde tükenen malzeme olmadan, kendine hayran bırakan bir misal oluverir insan… Rûha odaklanılan her an, güzellik yarışında başka kapılar açar ve kazananın hiçbir zaman kaybetmeyecek olduğu bir ödülle son bulur; yüksek rûhlara yakışan “güzel” cennetler, hikâyenin sonu olur.
YORUMLAR