Annelik Hissedebilmektir

 

İnsan, hayatın ağrısını ruhunda hissetmeye başladıkça, bu acılardan kurtulmak için “zamanı daraltmaya” çalışır.

Çünkü zaman daraldıkça, ruhtaki acılar hissedilemez olur.

Zamanı daraltmanın yolu ise; hızlı yaşamaktır.

Kişi eğer, boşluklar bırakmadan, her an kendini bir şey ile meşgul ederek ve meşgul olunan şey bitince yeni meşguliyetler bularak yaşarsa, kendisine ait zamanı daraltmış olur ve böylece yoğun geçen günlerin ve saatlerin arasında kendini dinlemeye, kendi acılarını duymaya zamanı kalmaz.

Çoğu defa bilinçsizce, fakat tâ çocukluk yıllarında öğrenilen “acıları duymamak” için kendini her an bir şeylerle meşgul etmeye çalışma usûlü, yetişkinlik yıllarında da kişinin duyarsızlaşmasına ve en yakınındakileri hissetmemesine sebep olur. En yakınındakilerden kasıt, çoğu defa, eş ve çocuklardır.

Birçok evliliğin yıkılma gerekçesi olan; “Eşim beni anlamıyor.” sözünün altında yatan gerçek de budur. Aslında, eş, eşi anlamıyor değil, çoğu defa anlamak istemiyordur.

Zira duygularını hissetmemeyi, daha çocukluk yıllarında öğrenmiş bir kişinin, eşinin duygularını hissetmeye çalışması, aynı zamanda kendi acılarını da hissetmesine sebep olacağı için, bu acıları duymamak uğruna yapacağı şey, duyarsızlaşmaktan başka bir şey olmayacaktır.

Maalesef günümüz insanı, sokaklarda, caddelerde, tren garlarında, eğlence mekânlarında ve hatta tatil yerlerinde dahî sâkin bir rûh hâli içinde duygularını hissederek yaşamak yerine, hayatı ve etrafındakileri hissetmemek için âdeta ciddî bir çaba sarf ediyor olması, günümüz insanının ruhunda yaşadığı acıların ne denli yoğun olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bu, acılar içinde kıvranırken ruhundaki sıkıntıları hissettirmemek ve bunu da bir sanat hâline getirmiş olmak, ne kadar da dramatiktir.

Bütün bunlardan daha acı olanı ise, hissetme yeteneğini kaybetmiş bir ebeveynin yanında yetişen çocuğun da bir süre sonra kendi duyarlılıklarını kaybediyor olmasıdır.

Meselâ, hızlı yaşamayı bir mârifet zannedip çocuğunu hissetmeden annelik yapmaya çalışan bir annenin, çocuğunun ruhunda meydana getirdiği tepkiler genellikle şu şekildedir:

Hangi yaşta olursa olsun çocuk, önce annesinin kendisini hissedemediğini, ince bir seziş gücü ile derince sezer. Bu seziş, çocuğa acı verir. Çocuk, bu acıyı yok etmek için önce var gücü ile anneye yönelir.

Bu yönelişlerle aslında çocuk, annenin katılaşmış ve acıları hissetmemek üzere oluşturmuş bulunduğu kapıları yıkma gayreti sergiler.

Zira çocuk, kendi seziş gücü ile bilir ki, anne, çocuğunun dışında birçok şey ile kendini meşgul ettiği için kendisini hissedemiyordur ve çocuk, anneyi meşgul eden her şeyden bilinçsizce anneyi koparmak için bir çaba sarf eder.

Çocuk, tâ ki annesinin kendisini hissettiğini hissedinceye kadar, inatla, annenin bütün hayat alanlarını daraltarak kendine yönelmesini sağlamaya çalışır. Meselâ, anne telefonla konuşsa, çocuk, telefonu annenin elinden almak için bir yıkıcılık sergiler; ya telefona uzanmak ister, ya başka odada bir şeyleri döker kırar ya da anne, küçük kardeşi kucağına alıp sevecek olsa, çocuk kardeşine karşı yıkıcılık sergiler, kardeşini yok etme gayretine girer. Veya anne kitap okumak için eline bir kitap alsa, çocuk, annenin elinde tuttuğu kitaba saldırır.

Bütün bu saldırışlar ve annenin hayat alanını daraltışların bir tek mânâsı vardır ki; o da anneye yeniden hissedebilme yeteneğini kazandırmaktır.

Tecrübelerimize baktığımızda bu yıpratıcı süreç, genellikle iki şekilde sonuçlanır:

Bunlardan ilki; çocuğun bu son çırpınışları, anneyi çözüm aramaya yöneltir. Anne problemin kaynağını bulduğunda, aslında kendisi ile yüzleşmiş olur. Yani aslında anne, bir dönemden beri kullanmadığı “hissetme yeteneği”nin, çocuğuna da yansıdığını fark eder. Bir zamanlar kendi yaşadığı acılardan kaçarken öğrendiği “hissetmeden yaşama alışkanlığı”nın, annelik yapma yeteneğinin de önüne geçtiğini algılar. Bu farkında olma hâli, annenin kendi terapi sürecini de başlaması mânâsına gelmektedirr. Eğer anne, kendi terapi sürecini başlatır ve hissedebilme yeteneğini yeniden kazanırsa, hayat, artık bu anne için çok daha farklı olarak kendini hissettirmeye başlar. Bir zamandan beri katı bir tutumla duygularını kullanmamayı öğrenmiş olan bir insanın, bir süre sonra hissetme yeteneğini yeniden kazanması kadar huzur verici bir şey olamaz. Böylesi bir anne, sanki yeniden doğmuş bir insan gibi, tabiatı bir başka gözle izlemeye, eşini bir başka hissetmeye, çocuğuna karşı anneliğini bir başka şekilde doya doya yaşamaya başlayacaktır. Ve bir süre önce kendisine yük olan anneliğin, hissedilerek yapıldığında nasıl bir haz kaynağı olduğunu yaşayarak görecektir.

Ve bu süreci, hırçınlıkları ile başlatan çocuğuna karşı böylesi bir anne, öfke ile değil, büyük bir minnet duygusu ve bir rahmet sebebi olarak bakacaktır.

İşte Anadolu pedagojisinde çocuğa bakış açısı budur. Çocuk, aziz bir misafirdir ve bir evin yeniden şekillenmesi için o eve gönderilmiş bir rahmettir.

Ancak, çoğu defa bu süreç, bu şekilde mutlu sonla bitmemektedir.

Çocuğun, annesinin ilgisini çekebilmek için sergilediği bütün bu tutum ve davranışlar, çok defa annenin daha da şiddetli tepkisi ile karşılık bulmaktadır. Çocuk, annesinin ilgisini ruhunda hissetmek için anneye yapıştıkça, anne, bu yapışkan ve hiç bitmeyen ilgi ihtiyacından bunalmakta ve çocuğunu, kendinden daha da uzak tutma gayretine girmektedir. Çocuk, anne hissini, kendi hissi ile bütünleştirmek için kardeşini kıskandığında, anne, çocuğu kardeşinden uzaklaştırmakta; çocuk, kitap okuyan annenin kendisine yönelmesini istemesi hâlinde, odaya kapatılmakta; annenin telefon konuşmaları sırasında yaptığı rahatsız edici tavırlar karşısında, bir daha böyle davranmaması için şiddete mâruz kalmaktadır.

Çocuğun, anne sevgisini hissetmek için ortaya koyduğu bu son çırpınışları da sonuçsuz kaldığında çocuk için iki yol görünmektedir:

Bunlardan biri; artık yenilgiyi kabul edip, içindeki anne mahrûmiyetinin acısını hissetmemeye çalışmak… Böylece çocuk, hissetmek için sarf ettiği çabanın karşısında, hissetmeden yaşamanın, acıları nasıl da hafiflettiğinin ilk tecrübesini yaşamış olacaktır. Bu tuhaf duyguları bastırma hissi, bir süre sonra acıya karşı her bir olay karşısında alternatif çıkış yolu olarak kendini yeniden hissettirecek ve çocuk, hayatın geri kalan kısmında bu alışkanlığını, artık zarûrî bir ihtiyaç hâline çevirecektir. (Devam Edecek)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle