Yeni bir hayat, yeni bir sayılı nefes, bizlere “emanet” edilen!.. Yüce Yaratıcımız, müslümanların kimliğini tanıttığı âyet-i kerîmelerden birisinde şöyle buyurmaktadır;
“(Ve o kullar:) «Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (Furkân, 74)
Allâh Teâlâ’nın eşsiz kelâmıyla bezenmiş ve takvâ sahibi olmanın temellerini oluşturan en büyük unsurlardan biri olan bu hazîneleri, ruh hırsızlarından acaba ne kadar muhâfaza edebiliyoruz?
Evet, bahsettiğimiz şey çocuklarımız, geleceğin büyük erleri!
“Zamane çocukları!” diye adlandırdığımız şimdiki nesil, gerçekten de büyük birer insan gibi davranarak, her geçen gün bizleri şaşırtmaktadır. Ancak âileler, bu nesle ne kadar ayak uydurabiliyorlar dersiniz? İşte “arasatta kalmış bu âileler”den yetişen gençlerimiz, maalesef “problemli birer yetişkin” olarak hayata atılmaktalar.
Çocuğun “her şekilde fikirlerine saygı” ile “Sen sus!..” düşüncesinin birbiriyle olan amansız savaşının ortasında kalan âileler, ne yapacağı hakkında bocalayınca, çocuklar üzerindeki otoritelerini yitirmekteler. Bilinçsiz âileler, baskı uygulayarak “emâneti saklamaya” çalıştıklarını zannederlerken, modern nesil âileler ise “serbest” fikirleri aşırıya kaçırarak “emâneti ortada bırakıyor”lar.
Bu iki hayat ve eğitim görüşü arasında dengeyi sağlayan ve “emanetini” ilk önce vermesi gereken “inanç” duygusuyla doyurarak, onu “zarîf bir insan” hâline getirmeye kendisini adayan âilelerimiz, maalesef oldukça az sayıda.
Bir yanda şiddetle yaklaştığı evladına attığı bir tokadın, belki de ilerde yüzüne yapışacak bir lekenin sebebi olacağından habersiz, “emanet” sahibi olan anne babalar, bir yanda “özgürlük” ve “fikirlere saygı” adı altında edep ve hayâdan yoksun topluma âdeta zehir gibi akıtılan gençlerin sebebi olan âileler…
Ne yazık ki, perişan olan yine gençlerimiz ve tertemiz gelecekler...
Peki, bu problemli neslin doğuşunun sebepleri neler?
-Din eğitiminin yetersizliği sebebiyle bu duygunun tatminsizliği,
-Başkalarının yanında iken bilerek ya da bilmeyerek ne niyetle olursa olsun “emaneti” kötülemek,
-Düşünen beyinler ve müstakil sorumlu fertler olduklarını kabul etmemek,
-Günlük hayatta yüklenilen tüm gerginliklerin atılmasını sağlayan stres topları olarak görmek,
-Yanlış ortamlarda, yanlış terbiye metotlarıyla rencide edici bilinçsiz, ama kalıcı hatalar işlemek.
“Bilinçaltı” dediğimiz beynimizdeki bu yer; geçmişte yaşanan duygu, düşünce, güdü gibi kavramlardan oluşan hâfıza kayıtlarının mekânıdır. Bu nedenle bir şey anlamaz diyerek ihmalkâr davrandığımız, kişiliklerini önemsemediğimiz şimdinin küçük, geleceğin büyük şahsiyetlerinin bilinçaltlarına kaydolan kötü hâtıralar ömürlerinin sonuna kadar onları bırakmayacak olan kâbusları olabilir. Ve tüm bunların tesiriyle hamuru şekillenmemiş ya da yanlış şekillenmiş, karakteri oturmamış, kendine ve çevresine güveni olmayan, ellerimizden kayıp gitmekte bulunan bir nesil!..
Üstelik kendisine “emânet” olarak verilecek yeni nesilleri de kendine benzetecek bir nesil!.. Sonuçta, toplumumuzu bekleyen sonu kestirilemeyen bunalım muammâ olmasa gerek!..
Yaptığımız bir araştırma ile, 9-13 yaş arasındaki çocuklarımıza, onları çok üzen bir hâdiseyi anlatmalarını istediğimizde karşımıza üzücü bir tablo çıktı:
Onlar, sevdikleri bir oyuncağı kaybetmelerinden veya başlarına gelen kötülüklerden çok; anne veya babalarının toplum içinde kendilerine karşı davranışlarından rencide olduklarını söylüyorlardı. Kalp kırgınlıklarını ifade eden cümlelerin sonuna ise, âileleri için yine sevgi sözcükleri eklemeleri onların kimden ve niçin emanet olarak gönderildiklerini bir kez daha ortaya koyuyor!
* * *
Yüce dinimiz İslâm,
-İlk müslüman olmak ve ilk namaz kılmak şerefini Hazret-i Hatîce vâlidemizin şahsında bir hanıma lutfetmesiyle,
-İlk şehitlik mertebesini Hazret-i Sümeyye vâlidemize nasip etmesiyle,
-Cenneti annelerin ayakları altına sermesiyle,
-Anne hakkının hiçbir bedelle ödenememesiyle,
-Annelerin duasının makbûl olmasıyla
Ve daha pek çok benzer öncelikler tanımasıyla kadına verdiği değeri ispatlıyor ve bizleri şereflendiriyor!
Bilindiği gibi en kalıcı eğitim, “âile eğitimi”dir ve toplumda çekirdek âileyi oluşturan fertlerin içerisinde de “kadının rolü” oldukça büyük önem taşımaktadır.
Bir “emanet”in üzerinde iyi veya kötü en büyük tesiri olan fert, annedir. Allâh Teâlâ, yeryüzünde kendisine “halifelik” yapacak olan kullarını; öncelikle ve yalnızca “annelik” sıfatını taşıyan bir kadına emanet ediyor! İşte bu noktada, İslam dinindeki kadına verilen değer tekrar tekrar karşımıza çıkıyor.
Bir annenin, çocuğu için rehber ve örnek olduğunu kabullenmesi ve hayatını buna göre düzenlemesi, onun yaratılış sebeplerindendir!
Şimdi bizler kendimizi bir sorgulayalım, bu kutsal görevi lâyıkıyla yapmak için her konuda yeterli miyiz?
Ya da bu yolda ne kadar mükemmeli hedefledik?!.
Kendi dünyalık işlerimizle sürüklenip giderken, peşimize evlatlarımızı da mı takıyoruz, hiç düşündük mü? Bizlere göre, “önemsiz ve gereksiz cümlelerle başımızı ağrıtan” yavrularımız, belki de içlerindeki en samimi sevgi ve heyecanlarla bize yaklaşmışlardı… Onu dinleyememekteki sabırsızlığımızla, ya da tersleyerek verdiğimiz cevaplarımızla acaba geri dönüşü olmayan kalp enkazları oluşturduğumuzun farkında mıyız?
Sizleri tamamen “sevmek” için gönderilmiş olan bu “emânet”lerle aramızda “kalp uçurumları” oluşturacak olan bu türlü kabul edilemez hataları, yoksa, çok sık mı yapıyoruz? Bizim varlığımızın sebebi olan ve sevgiyi bizden öğrenecek olan bu “emanet”leri acaba sevgimizden “emîn” edebiliyor muyuz? Yaptığımız her hareket, söylediğimiz her söz; karşımıza çıkacaktır. İyiliği, ahlâkı, fazîleti anladıysak yaşıyoruz, yaşıyorsak yaşatacağız demektir.
Unutmayın, siz “anne”siniz; öyleyse sakın ola ki, “anneliği kirletmeyin”!..
YORUMLAR