Bir önceki yazımda, babalar ve kızları arasındaki irtibatı tarif etmeye, bu bağın önemini izah etmeye çalışmıştım. Genel olarak kız çocuklarının babalarına, erkek çocuklarının ise annelerine daha düşkün oldukları herkes tarafından bilinir. Bu durum, bilimsel olarak da kabul görmüştür, hatta “oedipus kompleks” diye havalı bir ismi bile vardır.
Niyetim, bu işi ilmî olarak tanımlamak ve okuyucuyu bir daha duymayacakları kelimelerle sıkmak değil. Asıl gâyem, bir önceki yazıda olduğu gibi, bu sefer de anne ve erkek çocukların münâesebetlerinde hangi detayların, bizi ne gibi hatalara sürüklediğini ve yapılan hataların da nelere mal olabileceği konusunda duygu ve düşüncelerimi paylaşmak...
Erkek çocuklar, annelerine duydukları hayranlığı ve sevgiyi her fırsatta ifade ederler. Bu hayranlık ve sadakat duygusu, ergenlik dönemine kadar devam eder. Hattâ erken çocukluk döneminde büyüyünce anneleri ile evleneceklerini söyleyip babalarını arka plana atmak isterler. Anne ile babalarının yakınlaşmalarından rahatsızlık duyarlar, yan yana oturuyorsa çocuk, her ikisini de birer kenara itiştirerek ortalarına oturmak ister. Fizikî olarak birlikteliği uzatmak için bazı erkek çocukları, annesinin yanağını okşamayı, saçıyla oynamayı, kulağına dokunmayı alışkanlık hâline getirebilir. Annesinin dikkatinin hep kendi üzerinde olmasını, babaya rağmen onun kendisini tercih etmesini arzu eder. Erken çocukluk döneminde erkek çocuğunun babasını kıskanması, baba ile rekabete girmesi oldukça sağlıklı ve tabiî gelişmenin bir parçasıdır.
Çocuk, böyle davranırken anne, çocuğun sevgi ve alakasını normal karşılamalı, ancak eş olarak her zaman babayı tercih ettiğini, babasını çok sevdiğini, çocuğuyla kurduğu ilgi ve alâkanın aslâ babası ile kurduğu münâsebet gibi olamayacağını ona hissettirmelidir.
Bir anne, eşinin “bir numara” olduğunu, sağlıklı yoldan çocuklarına nasıl hissettirebilir?
“Tutarlılık” ve “saygı”…
Birinci prensip, babanın kararlarını tasdik etmek ve babayla tutarlı bir tutum takınmaktır. Babalar, her zaman doğruyu bilmese de, çocuğun bunu bilmesine gerek yoktur. Çocuk hakkında verilen ani kararlarda, eşinizle aynı fikirde değilseniz bile çocuğun gelişimi için ihtiyaç duyduğu şey, babasının otoritesidir. Kurallar zaman içinde şekil değiştirebilir, ama sarsılan bir otoritenin tekrar güçlenmesi zordur.
İkinci kural ise, eşinize saygı duymak, çocukların da babalarına saygı duymalarını sağlamaktır. Meselâ âilenin büyüğü olarak o gelmeden sofraya oturmamak, yemek servisine eşinizle başlamak, belli saatlerde televizyon kumandasını babaya teslim etmek… vs. çocuğunuza bir numaranın kim olduğu hakkında gizli bir mesaj verecektir. Eşiniz eve geldiğinde onu saygı ile karşılamanız, evden çıkarken onu uğurlamanız, ayrıca bu sürece çocukların da dâhil edilmesi, çocukların babalarına saygı duymalarına katkıda bulunacaktır. Tabiî ki, babanın kendisinin saygın bir kişilik olması, bu saygıyı hak etmesi çok önemli bir faktördür. Fakat bunlar asgarî olarak bir annenin, çocukların babalarına duyduğu saygıya katkıda bulunabileceği ek hamlelerdir.
“Tutarlılık” ve “saygı” çerçevesinde babasının “bir numara” olduğunu gören erkek çocuğu, hem teorik, hem pratik olarak ondan kurtulamayacağını anlar; babası ile girdiği mücadelede yenilgiyi kabullenir ve onunla münâsebetlerinde barış süreci başlar. Anlar ki, annesinin eşi, babasıdır; kendisi ise kız kardeşi gibi sıradan bir evlattır, ötesi yoktur. Artık çocuk, babasını örnek almaya, onun gibi davranmaya başlar. Ona benzeyerek erkeklik rolünü öğrenir ve geliştirir. Bu arada çocuğun babasına olan benzerliklerini, annenin dikkate alması ve takdir ile ifade etmesi, çocuğun annesi tarafından da beğenildiğini hissetmesi çok önemlidir. Bu krizi atlatan erkek çocuk için ergenlik dönemine kadar âilesi ile huzurlu ve seviyeli bir münâsebet dönemi başlar.
Ancak anne ile babanın çift olarak hayatlarında bir gerginlik, geçimsizlik, uyumsuzluk varsa, erkek çocuklarının annelerine olan bu tabiî düşkünlükleri ciddi problemler oluşturabilir. Kadınlar, evliliklerinde yaşadıkları his (duygu) boşluğunu, onlara yaklaşmaya meyilli erkek çocuklarına istedikleri ilgi ve sevgiyi sınırsız sunarak “bir numara”ya erkek evlatlarını oturtabiliyorlar. Bu durumda arada kalan çocuk ise, babası ile girdiği rekabeti kazandığını görüyor. Babası ile ilişkisinde barış süreci başlayamıyor, çocuk, babasına benzemek için bir istek duymuyor. Bütün heyecanını, kavgasını, sevgisini, eğlencesini annesi ile yaşıyor, anne de çocuğun bütün hayatını kaplıyor. Anne-oğul arasında karşılıklı doyuma ulaşan, ama yanlış bir duygu alışverişi başlıyor. İşte bu yanlış duygu alışverişi, daha sonraki yıllarda ne yazık ki, gelin-kayınvâlide tartışmalarına, karı-koca geçimsizliklerine, âile içi şiddete ve boşanmalara birinci dereceden zemin hazırlıyor.
Anne ile oğlan çocukları arasında sadakatten ziyade, bir sarmaşık gibi kök salan habîs bağımlılık duygusu, o âileye yeni birisinin girmesine izin veremiyor.
Her anne için uzun ve merakla geçen bir hâmilelikten sonra sağlıklı bir evlat kucaklamak, dünyanın en büyük mutluluğudur. Kucağınıza aldığınız bebek, kız ya da erkek gibi kokmaz; bebek gibi kokar. Cinsiyeti ne olursa olsun, sizin sevgi ve ilginize muhtaçtır. Onu kız ya da erkek olduğu için değil, canınızdan bir parça olduğu için seversiniz.
Kız ya da erkek, birinci ya da beşinci, sağlıkla büyümeleri sizi aynı derecede mutlu eder, hastalıkları ise aynı derecede üzer. Ancak evlilikte eşler arasında problem olduğunda, erkek çocuk, anne tarafından farklı bir pozisyona daha sürüklenmeye müsaittir. Onun evlat olmaktan başka doldurması gereken bir boşluk daha vardır; erkek çocuk, anneye arkadaşlık da etmek durumundadır. Evde onun sevdiği yemekler pişirilir, onun tercihleri uygulanır; hattâ bazı vak’alarda sütten kesme, ilkokul dönemine kadar ertelenebilir, aynı yatakta uyumak alışkanlık hâline gelebilir.
Rollerin doğru paylaşıldığı âilelerde, taşlar da daha problemsiz bir şekilde yerine oturabilir, evlatlar da ebeveynler de daha mutlu olurlar.
Tuba SÖKMEN
Uzman Gelişim Psikolog
YORUMLAR