Yaratılmışların hepsini kendi isimlerinin cilvesine mazhar kılan Allah Teâlâ, anneye de özellikle “el-Hay”, “el-Hâfız” ve “er-Rahîm” sıfatları ile tecellî etmiştir. Anne, Allâh’ın “el-Hay” sıfatındaki halkalardan biridir. Üzerinde Allâh’ın sayısız yaratılış mucizesi tecellî eder. “el-Hâfız” yani “en yi şekilde koruyup muhafaza etme” ise, annede hem bedenî, hem de rûhî planda ortaya çıkar. Anne, yavrusunu, önce farkında olmadan karnında çeşit çeşit katmanlar hâlinde sarıp koruma altına alır. Doğum sonrasında ise, bu muhafaza hem yavrusunun bedenini tehlikelerden koruma şeklinde, hem de onun sevgisini bütün hayatı boyunca kalbinde muhafaza şeklindedir.
Üçüncüsü sıfat ise, Allah’ın “er-Rahîm” sıfatıdır ki, anne, yavrusuna bu sıfat sâikiyla sonsuz bir sevgi ve merhamet besler.
Araplar, anneye “Rabbü’d-dâr”, “Rabbü’l-beyt”; yani “evin terbiye edicisi” derler. Kullarını hayat ve kaderle terbiye eden Allah Teâlâ, yine kendi sıfatının bir cilvesi olarak bu terbiye edicilik sıfatını anneye de vermiştir. Böylece anne, bir büyük ilâhî isim ve sıfatın hem yansıması, hem de yansıtıcısı olmuştur.
Annelik hali, özel bir ilâhî vahiy durumudur. Kur’ân-ı Kerim, vahyi insanlarda Allah katından gönderilen ilâhî bilgiler için de kullanır; insan dışındaki varlıklara (meselâ arıya) ne yapacağını öğreten bir meleke olarak da… Bu kullanışı ile annelik, hayvanlarda da rahatlıkla fark edilecek bâriz bir özelliktir. En vahşî kabul ettiğimiz hayvanlar bile, evlatlarını bir “anne şefkati” ile bağırlarına basarlar. Mahlûkâtın kalplerine bu sevgiyi zerkeden Allâh’ın kudreti ne yüce, şânı ne büyüktür!..
Görevli melek, o et parçasına ruh vermeye geldiğinde, anneyi sanki “merhamet”le baştan sona boyayarak öyle ayrılır. İşte bu sebepledir ki, “annelik” vasfının gereğini yapan annelerin yolu, ancak cennet gibi bir kapının önünde son bulur.
Anne, evladını Muhammedî bir ahlâk ile yetiştirdiğinde, çocuğunun cennete gitmesine vesile olur. Evlat da ebeveynlerine saygı ve hürmet göstererek kendisine cennet için bir kapı açar. “Cennet, annelerin ayakları altındadır” (en-Nesâî, Cihad, 6) hadîs-i şerîfini de bu meyanda düşünmek gerekir. Çocuğuna İslâmî bir terbiye noktasında sancaktarlık eden anne, elbette ki o güzel işlerin neticesi olan cenneti de kendi ayakları altına kadar sermiş demektir.
Nitekim bir adam, Rasûlullâh’a gelip:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü!.. İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?” diye üç defa sormuş, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de her defasında:
“-Annendir.” diyerek cevap vermişlerdir. Ancak dördüncü defa aynı soruyu sorduğunda:
“-Babandır.” buyurmuşlardır. (Buhârî, 13/5974, Müslim 2548/1)
Bu konuşma, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatında sözde kalmamıştır. O, her vesileyle kendisine annesinin yokluğunu hissettirmeyen Hazret-i Ali’nin annesi Fâtıma bint-i Esed’e bütün ömrü boyunca muhabbet ve hürmet hisleri ile dolu olduğunu göstermiştir. Bu sâliha kadın vefat ettiğinde Peygamber Efendimiz, cenâzenin başına gelmiş, başucuna oturarak, onun fedâkârâne hizmetlerine şehâdet ederek şöyle buyurmuştur:
“-Ey annem! Allah sana rahmet eylesin. Sen benim öz annemden sonra annemdin. Kendin aç kalır, beni doyururdun. Kendin giymez, beni giydirirdin. Kendini güzel yiyeceklerden alıkoyarak bana yedirirdin ve bunları yaparken Allâh’ın rızâsını ve âhiret yurdunu arzu ederdin.”
Sonra da cenâzenin üç kere yıkanmasını emretmiş, kendi gömleğini çıkararak ona giydirmiştir. Cenâze bu gömlekle kefenlenmiştir. Peygamber Efendimiz, kabrin kazılmasına da bizzat yardım etmiş ve sonra lahide yan üstü uzanarak bu sâliha hanıma duâ etmiştir. (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 24, 351-352)
* * *
Ünlü düşünür Nancy Stahl, “Anneliğin zamanla bir tarikata benzediğini, bir kez girince insanın kendine özgü her şeyden vazgeçmesi gerektiğini öğrendiğini” söylüyor. Annelik, fedakârlıktır. Annelik, kendinden geçip çocuklarında fânî olmaktır. Onlarla ağlayıp onlarla gülmek, onları güldürebilmek için her şeyden vazgeçebilmektir.
Arapçada “ümmün” kelimesinden gelen anne, “çocuğu olan kadın, kendisinden sadır olunan şey” mânâlarına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de Fatiha Sûresi’ne “Ümmü’l-Kitap” denilmiştir. (en-Nesefî, Tefsîr, c. 1, 29) Fâtihâ Sûresi, bütün Kur’ân mânâlarının kendinden çıktığı sûredir.
“Ümmün” kelimesi ile ifade edilen anne, bütün bir hayatın dibacesini oluşturur. Çünkü büyütüp hayata teslim ettiği çocukları eliyle dünya cennete veya cehenneme döner. İyi veya kötü bir hayatın başlangıcı, annenin rahmindedir.
Kültürümüzde bastığımız toprak parçası için “toprak ana” deriz. Çünkü dünya nimetlerinin en fazla meyve verdiği yerdir burası… Bu bakımdan yeryüzünün doğurgan bir özelliği vardır. Münbit oluş, hayatının onunla başlayıp yine onun sînesinde bitmesi, toprak ile anneleri birbirine yaklaştırmıştır. Arapça’da kullanılan “el-ard” kelimesi de “semâî müennes” kabul edilir. Onlar da topraktaki “analığı” keşfetmişlerdir.
Siz o toprağa ne yaparsanız yapın; meyve verip üzerinde yürütüyorsa, size hayat sahası sağlayıp türlü türlü nimetlere erişmenize vesile oluyorsa, sizi dünyanın 4/3’ü su olan dünyada sular altında kalmamanızı sağlıyorsa, işte o sizin “toprak ana”nızdır…
Size çokça merhamet duyup, kollayıp kabiliyetlerinizin ortaya çıkması için çabalıyorsa, sizi ayıbınızla baş başa bırakmamak için onu kendi ayıbı gibi görüyorsa, bilin ki o kişi annenizdir… Hatalarınızı örtüp size sütre oluyor, hayata atılmadan önce sizi ona hazırlıyor, sizin endişenizi kendi derdi, kederi görüp yüzünüzde çıkan bir sivilceyi dahî siz rahatsızlık duyuyorsunuz diye kendine dert ediniyorsa, bilin ki, o kişi annenizdir.
Sizi görüp gözeteni, göğsünden emzireni, her daim yâd edin. Onun yakınındayken etrafında pervâne, uzağındayken kalbinizi ona duâ ile meşgul edin ki, annenizin ayakları altında hazır bekleyen cennete bir tâlip de siz olasınız.
YORUMLAR