Arkadaşım o gün okula geldiğinde, o kadar neşeli ve heyecanlıydı ki, dayanamayıp arka sıradan kulak kabarttım; acaba bu sevincin sebebi yeni bir bisiklet mi, yoksa yeni bir oyuncak mıydı?
“–Öyle şirin ki…” diye anlatıyordu yanındaki arkadaşına, gözleri parlayarak:
“–Minicik ayakları, küçücük ağzı var, hem de benim sesimi tanıyormuş. Ben seslenince gözlerini açıp dikkat kesiliyor.”
O an anladım, bu mutluluğun kaynağı yeni bir oyuncak bebek olmalıydı. Hani şu yeni çıkanlardan, gerçekmiş gibi ağlıyor, altını ıslatıyor ya onlardan işte!.. Nerden aldılar acaba; benim de böyle bir arkadaşım olsa, Cumartesi ve Pazar günleri canım hiç sıkılmazdı diye düşündüm.
Bir dahaki teneffüs heyecanla arkadaşımın yanına gittim, yeni oyuncağını anlatmasını sabırsızlıkla bekliyordum, sanki orada olduğumu fark etmemiş gibiydi; dayanamayıp sordum:
“– Hey, şu yeni bebeğinden bahsetsene!..”
Tuhaf bir şekilde yüzüme baktı; o an bir şeyleri yanlış anladığımı fark etmiştim.
“– Hangi bebek? Kardeşim mi?” dedi.
“– Nee!! Senin kardeşin mi oldu?” diye bağırmışım farkında olmadan...
O gürültünün içinde patlayan sessizlikle birlikte bana dönen gözlerden de anladım ki, biraz fazla tepki vermiştim galiba… Ayşe’nin verdiği cevap ise hayli ilginç gelmişti.
“– Öyle tatlı ki, görmelisin, mamasını yedirip gazını çıkarıyorum, altını açıyorum, annemle her gün yıkıyoruz, suyunu köpürtüp vücudunu sabunluyorum.”
Kulağa pek de fena gelmiyordu hani… Can sıkıntısına birebir...
O gün okuldan eve koşarak geldim, kapıyı çaldım:
“– Hoş geldin.” diyen anneme cevap bile vermeden:
“– Anne, Ayşe’nin kardeşi olmuş, ben de istiyorum.” dedim.
Ne güzel olurdu, evde beni bekleyen bir kardeşim olsa…
O gece yatana kadar aklım Ayşe ve yeni kardeşindeydi. Acaba şimdi ne yapıyorlar diye merak içerisindeydim. Ertesi gün tahmin edersiniz ki, ilk işim Ayşe’ye kardeşini sormak oldu. İkisinin hikayesini dinlemeye bayılıyordum. O anlattıkça tonton kabak kafalı kardeşim ve ben, Ayşe’nin hikâyesinin baş kahramanları olarak gözümün önünde canlanıyordu.
Aradan geçen birkaç ay boyunca evdekilere kardeş istediğimi söyleyip durdum, hiçbir yeni oyuncakla mutlu olmuyordum, sürekli can sıkıntısından yakınıp duruyordum.
Bir gün okuldan döndüğümde küçük teyzem açmıştı kapıyı, annem hasta gibiydi. Teyzem ise benimle bir şey konuşmak istediğini söyledi:
“– Bak canım, artık sen büyüdün, yakında abla olacaksın, yeni bir kardeşin olacak!..” dedi.
Tamam, bu habere çok sevinmiştim, ama nasıl olur da teyzem bunu benden önce bilebilirdi ki… Neden bunu bana, annem kendisi söylememişti, bir türlü anlayamamıştım. Bir hışımla annemin yanına koştum, bunu bana neden kendisinin söylemediğini sorduğumda verecek mantıklı bir cevabı yoktu, lafı öyle bir geveledi ki, hiçbir şey anlamamıştım. Neyse sonuç olarak istediğim olacaktı, artık evimizde mamasını yedireceğim, altını değiştirip ayağımda sallayacağım gerçek bir kardeşim olacaktı.
Kardeşimin doğumu yaklaşırken okullar kapanmış, ev içinde yapılan hazırlıklarsa artmıştı. Prenseslere lâyık yeni bir oda döşendi kardeşim için, yatağı, dolabı hepsi rüya gibiydi. Dolabın içine istiflenen eşyalara ve oyuncaklara her geçen gün yenisi ekleniyordu. Küçücük bebek işte ne anlar, biraz fazla abartıyorlar diye düşünüyordum.
Annemin karnı artık kocaman olmuştu, artık kardeşimin çok kısa bir süre içinde geleceğini söylemişti. Tatile giderken kullandığımız bavul çıktı ortaya, hastanede kalacağımızı düşünmüştüm. Fakat bavul, bagaja konduğunda benim durağım hastane değil babaannemlerdi. Annemle babam, bana hiçbir şey anlatmadan hastaneye gittiler. Orada ne kadar duracaklarını, ne yapacaklarını çok merak ediyordum. O gece kafamda bir çok soru ile bir sağa, bir sola dönüp durdum.
Ertesi gün hastaneye gittiğimde, bana kardeşin diye gösterilen bebekle karşılaştığımda büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım; bu bebek, benim hayalimdeki tonton kabak bebeğe hiç benzemiyordu. Simsiyah saçları, kıpkırmızı suratı ve şişmiş gözleri ile orada öylece yatıyordu.
Asıl mâcera ise, küçük hanım eve geldikten sonra başladı. Bizim ufaklık evin başköşesine kurulmuş, tanıdığım, sevdiğim ne kadar insan varsa, hepsi onun etrafında dönüyordu. Birisi altını açıyor, birisi terini kontrol ediyor, annem ise onu emzirmek bahanesiyle bir an olsun kucağından bırakmak istemiyordu. Sanki televizyonda bir film oynuyordu da, ben bu filmi oturduğum yerden izliyordum. Bebekle ilgili yapılan şeylere katılmak istediğimde hep beceremeyeceğimi söylüyorlardı. Resmen haksızlıktı bu…
Ellerinde renkli hediye paketleriyle, bir sürü misafirler gelip duruyordu. artık iyiden iyiye sinir olmaya başlamıştım. Bu bebeğin bir kapatma düğmesi olsaydı da, kapatıp kullanmadığım oyuncakların arasına koysam diye düşünüyordum.
Birkaç hafta içerisinde okulların açılacak olması beni sevindirmişti, en azından evde bu sıkıcı ortamda olmayacağımı düşündükçe içim ferahlıyordu. Ama okullar açılınca da bunun çözüm olmadığını gördüm. Annemi daha önce hiç özlemediğim kadar özler oldum, acaba ben yokken evde neler yapıyorlardı. Okuldan eve döndüğümde ise, artık kapıyı annem açmıyordu ya da annem açsa bile bana günümün nasıl geçtiğini sormadan içeri kardeşimin yanına koşuyordu.
“– Of, of anne ben bundan istiyorum, dememiştim ki…”
Sevgili kardeşim Hüseyin ve canım ağabeyciğim; itiraf ediyorum, zaman zaman ben de sizleri kıskanmıştım. Sanırım ben de bu duyguyu yaşayan birçok çocuktan birisiydim. İkinizi de çok seviyorum.
İyi ki varsınız.
YORUMLAR