İçinde yaşadığımız şartlar hepimizi zorlayan ve dînî yaşantımızı etkileyen bir hâl almıştır ne yazık ki. Her geçen gün âile yuvaları dağılmakta, bazı kıymetli husûsiyetlerin değeri takdir edilememektedir. Bugün bir şeyler yapmazsak bizden sonraki nesiller hassâsiyetlerini ve önceliklerini takdir etmekten çok uzakta olacaklar.
Evimizin huzûrundan ve geçiminden büyük oranda mes’ul olan biz hanımlar, evliliğe kutsal bir vazîfe şuûruyla bakmalıyız. Husûsiyetle evliliğin en ince noktasına kadar üzerinde durmalı ve gâyet titiz davranmalıyız.
Özellikle yirmi yaşın altındaki evlenecek kızlarımız daha farklı bakıyorlar evliliğe. Birbirlerinin haklarını ve mes’uliyetlerini tam bilmiyorlar bu yaşlarda. Sadece toz pembe bir hayat olarak düşünüyorlar evliliği.
Sevgi, saygı, güven, anlayış, fedakârlık, paylaşma, sabır, değer verme ve buna benzer üstün ahlâkî meziyetler, evliliğe ilk adımı atarken biz hanımların dikkate almaları lâzım gelen hususlardır. Bu saydıklarımız içinde özellikle “sevgi, evin sağ direği; saygı, evin sol direği; güven ise evin çatısı gibidir”
Nasıl ki, bir ev direkleri olmadan ve çatısız bir şeye benzemiyorsa sevgisiz, saygısız ve güvensiz de bir yuva kurulamaz! Yâni bir yuvayı sağlama almak için birtakım maddî unsurların yanında mânevî husûsiyetler de gereklidir.
Evlenecek çağa yeni gelmiş gençler sanırlar ki hayat, sadece hislerle sürüp gider. Halbuki evlilikte hislerin etkisi kısa zamanda geçer. Tarafların meziyetleri, mizaçları, bilgi ve becerileri çıkar ortaya. İşte ömür boyu sürüp gidecek gerçekler bu ayrılmaz mizaç ve alışkanlıklardır.
Sabır olmadan huzurlu bir âile hayatı olamaz. Bazen bir tarafın öfkesi, hiddeti, havayı gerginleştirebilir. Bundan dolayı Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, âile hayatında sabra bilhassa dikkat çekmiştir. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- da sabrın ehemniyetini şöyle anlatmaktadır:
“Başın, bedendeki yeri, sabrın îmândaki yeri gibidir. Çünkü başı olmayanın bedeni, sabrı olmayanın da îmânı olmaz.”
Âile hayatında kadın ve erkek duygulu ve neşeli hareket etmelidirler. Hassas davranmalı ve birbirlerinin acı ve üzüntülerine ortak olmalıdırlar.
Takvâ sâhibi olmak ne güzeldir. Buna sahip olan kişi evlilikte, sevgiyi, saygıyı, güveni daha iyi yaşar.
* * *
Ebû Müslim Havlânî bir toplulukta konuşulanları dinler. Hemen hepsi de hanımından şikâyette bulunmaktadırlar. Ancak Ebû Müslim hiç şikayet etmez. Derler ki:
“−Velî gibi bir hanıma düştün de sesin çıkmıyor değil mi?”
Omuzlarını silkerek cevap verir:
“−Bizimki velî filan değil, kelimenin tam manasıyla delidir deli!..”
Konuşmasına devamla:
“−Ben” der, “−Usûlünü biliyorum da öyle geçiniyorum, kavga gürültümüz o yüzden olmuyor!..”
Büsbütün meraka düşerler ve:
“−Deli gibi biriyle kavgasız gürültüsüz geçinmenin usûlü nedir ki?” diye sormaktan kendilerini alamazlar. Şöyle îzah eder, Ebû Müslim, geçinmenin sırrını:
“−Allâh Teâlâ Âdem -aleyhisselâm-’ı topraktan yarattığında bedenine önce aklı koydu. Sonra öfkeyi yarattı. Ona da Âdem’in bedenine girmesini emretti. Öfke:
“−Ben” dedi, “Âdemin bedenine giremem. Çünkü orada akıl var! Akılla ikimiz bir yerde asla duramayız!..”
Rabbimiz buyurdu:
“−Ey öfke! Sen Âdem’in bedenine girmeye yönel. Akıl senin geldiğini görünce hemen çıkıp gider, kendi yerini sana bırakır. Böylece sen de Âdem’i deli edersin.”
Ebû Müslim burada der ki:
“−İşte biz hanımla bu konuda anlaştık. Dedik ki, madem insana öfke gelince akıl gidiyor, insan delinin tekidir. Deliye karşı ise bir velî lâzımdır. Ben öfkelenirsem hemen farkına varacaksın, sabır gösterip ters cevap vermeyecek, velî rolü oynayacaksın. Şâyet sen öfkelenir de sen deli durumuna girersen, bu defa da ben velî rolüne girerek sabredeceğim.”
“−Ey dostlar, siz de bir deliye bir veli rolü oynayın, öfkelenince karşı taraf velî rolüne girsin, sabır ve tahammülü esas alsın, göreceksiniz, tartışma kısa zamanda son bulacak, taraflar birbirlerine karşı sevgiyle dolacak.”
YORUMLAR