“Evde yaptığım işler ibadet sayılır mı?”
Bilemem, ancak Rabbim bilir. İbadetlerimin bile kabul olunduğundan emin değilken, işlerimin ibadet yerine geçeceğini nasıl iddia edebilirim ki? Bu, kendi adıma hadsizlik olur.
Belki, “Kul da az-çok tahmin eder, herhâlde!” diyenler olabilir. Evet, niyet hâlis ise, yapılan günlük ve meşrû işler de ibadet sayılabilir.
Hadîs-i şerîfte beyân edildiği üzere, savaşta Allah rızasını arka plana atıp, sadece kahraman olabilmek için savaşan ve öldürülen, sonra da “şehid” olduğunu düşünen kimseye Rabbimiz kıyâmet gününde şehid muâmelesi yapmamakta, O’nun Allah rızâsı için savaşmadığını, bu yüzden “yalancı” olduğunu ifade etmektedir. (BKz: Müslim, İmâre, 152)
Neticesinde can vermek gibi en büyük fedakârlık gerektiren bir ibadet tarzında bile niyetin, sadece ve sadece “Allah rızâsı” olması fayda verirken, nasıl olur da bir hanımın türlü duygu ve düşüncelerle yaptığı temizlik, yemek ve benzeri işler ibadete dönüşür?!
O hâlde ameller, öncelikle niyetlere göre değerlendirilir. Yaptığımız işlerde gerçekten hangi niyeti taşıdığımızı da en iyi Rabbimiz bilecektir.
O hâlde ev tertip ve düzeninden, çocukların bakım ve büyütülmesine, yemek hazırlamadan ütü yapmaya, eşin rızâsını almaktan başlayıp diğer bütün ev işlerine kadar bizim birinci gâyemiz, Allâh’ın rızâsını kazanmak olmalıdır. Ancak bu niyetle yaptığımız işler, sadaka ve ibadete dönüşür. Nasıl her ibadetin kendince bir zahmeti varsa ve bu zahmet nisbetinde kıymet ve sevap kazandırıyorsa, bir imtihan hayatı yaşadığımız dünyada, âile düzenimizle de imtihan edilmekte olduğumuzu unutmamamız gerekir. Bazen âile hayatımızda çok çetin bâdirelerden ve ağır imtihanlardan geçeriz. Bu imtihanlar karşılığında ya kazanır veya kaybederiz.
Ev işlerinde, “Konu-komşu ne der? Kaynanam, görümcem nereye bakar?” diye değil de, “Bir müslümanın evi temiz ve tertipli olmalıdır. Ben, İslâm’ı temsil ediyorum. İslâm’a lâyık bir hanım olmalı, ona lâyık bir âile kurmalıyım. Rabbimin râzı olacağı bir hanım, bir eş ve anne olmalıyım!..” gibi duygu ve düşüncelerle hareket etmeli, bu sayede yaptığımız işleri de bir sadaka ve sevâba dönüştürmeye gayret etmeliyiz.
“Temizliğin îmandan olduğu” (Bkz: Müslim, Tahâret, 1) şuuru ile evimizi temizlemeli, sâlih ve sâliha bir nesil yetiştirmenin “sadaka-i câriye” olduğunu unutmamalıyız. Çocuklarımızın kıyâfetine çeki düzen verdiğimiz kadar, onların güzel ahlâkla terbiye olmasına da çalışmalı; yavrularımızın karnını temiz yiyecek ve içeceklerle doyurmaya çalıştığımız gibi, kafa ve gönüllerine de güzel şeyler girmesine gayret göstermeliyiz.
Besmele, zikir, tesbih ve duâyı gün boyu ihmal etmemeli, her türlü işimizde bunları birer vird edinmeliyiz.
Beyimize ve çocuklarımıza hizmet ederken Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmaktan başka beklentimiz olmazsa, yaptıklarımız bizim için külfet değil nimet; kuru bir yorgunluk yerine güç-kuvvet, feyiz ve bereket olur.
Yâ Rabbi! Niyetlerimizi, rızân ile te’lif eyle! Amellerimizi, kuru bir yorgunluk olmaktan koruyup sadaka ve ibâdete çevirerek kabul buyur. Eksiklerimizi Sen tamamla, hata ve kusurlarımızı Sen ört! Âmîn!..
* * *
“-Bekârken ne öğrensem kârdır, evlenince evimin hanımı olurum!” demiştim…
Öyle olmamalıymış meğer, şimdi anladım. Sorumluluklarım çoğaldıkça, bilgimin azlığını fark ettim. Zaten kişi öğrendikçe câhilliğini anlar. Artık yalnız değilim. Mesûliyetim iki kat daha arttı. Tâbiri câizse, kabuğumdan çıkıp başka âlemleri keşfe daldım. Daha fazla öğrenmeye ihtiyacım var. Ne kadar çok bilirsem, önüme gelen problemleri o kadar kolay çözerim. O hâlde durmak yok, ilme devam!..
Eğer hayatımızın her safhasında öğrenmeye muhtaç olmasaydık, güzel Peygamberimiz, “İlim öğrenmek, her müslümana farzdır.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17) buyurur muydu hiç?! Kucağında çocuklarıyla derslere katılan dostlarım var. İnanın, hayatları, bütün gün evde oturan sıradan insanlardan çok daha huzurlu... Elbette onların da karşısına hayatın engebeli yolları çıkıyor; fakat o engelleri daha kolay aşabilmenin püf noktalarını biliyorlar. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (ez-Zümer, 9) Her ikisini de bizzat tecrübe ettiğim için rahatlıkla söyleyebiliyorum; ilim yolunda koşturan bir hanımın zamanı, evde oturan hanımınkinden daha bereketlidir. Kişi öğrenip kendisine ve başkalarına faydalı oldukça mutlu oluyor. Aksi takdirde bedeni ve rûhu hastalıklardan kurtulmuyor. Özellikle de Allah yolunda ilim tahsil edenin sorumlulukları ne kadar ağır olursa olsun, Rabbim yardımcılar göndererek, hem maddî hem de mânevî bakımdan onu darda bırakmıyor. Yeter ki niyetler hâlis olsun.
Yâ Rabbi!.. Bizleri de hayatının her döneminde öğrenmeye doymayan, öğrenciliği hiç bitmeyen kullarından eyle!
* * *
“En çok evlilikte ilme muhtacız!” demiştik. Öyle ya, hafife alınacak gibi değil, “bir neslin inşâsı”na katkıda bulunacaksınız. O hâlde ne öğrenmeliyiz, nereden başlamalıyız?
Önceliklerimiz ihtiyaca binâen olmalı. Bir kere Kur’ân ve Sünnet ışığıyla aydınlanan yuvaları karartmaya kimsenin gücü yetmez. Evlerimizin huzuru için Kur’ân-ı Kerîm’i iyi anlamalı, sünnete uygun yaşamalıyız. Her müslümanın fıkıh ilmini iyi bilmesi gerekiyor.
Evliliğimizin vasfı ve seviyesi, bizden sonraki soyumuzun kalitesini belirler. Bu sebeple çocuk gelişimi, ruh sağlığı ve eğitimi ile ilgili gerekli olan her şeyi bilmeli anne adayları... Bir hanım, yerine göre en iyi aşçı, psikolog, arkadaş, temizlikçi, terzi, oyuncu, ekonomist, doktor (doktordan kasıt, “koruyucu hekimlik” yani hastalıktan önce tedbirini alan, âilesini şuuru ve sağlıklı besleyen, gerektiğinde ilk yardım yapabilen) sanatçı (nakış, kırkyama, hat… vs gibi kendi kültürümüzdeki sanatlarla ilgilenen biri) olabilmeli…
Hemen hemen her konuda bilgi sahibi olmaya çalışalım ki, karşılaştığımız dertleri meşrû ve pratik yollardan halledebilelim. Çünkü bazen çaresizlik, Allah korusun, kişiyi harama meylettirebilir.
Yâ Rabbi! Faydasız ilimden, zamanımızı alabilecek, gereksiz ve rızâna muhâlif her şeyden Sana sığınırız. Bizleri ilmin faydalısı ile meşgul et. Bizimle haramlar arasını doğu ile batı kadar uzak eyle! Âmîn!
YORUMLAR