“Kardeşim dedim, acılarıma da kardeş olur musun?”
“Kardeşim dedim, acılarıma da kardeş olur musun?”
Cahit Zarifoğlu
Hamd, şükür, teslîmiyet ve rızâ duyguları içinde aldığım kalemim ile gönlümdeki teessürâtı yazmaya hazırlanıyorum. Evet, Tanzanya’daki beşinci günüm… Hâlâ yeni yeni şeyler keşfetmeye, farklılıklar yaşamaya devam ediyorum. İlk geldiğim günkü gibi heyecanlıyım.
Yokluğu; çaresizliğin, sömürgeciliğin acısıyla savrulan çocukların, kadınların ve insanların sesleri, sessizlikleri, isyanları ve sırları ile yüz yüze gelirken onların hayatlarını görmeye, kültürlerini tanımaya, yaşadıklarını anlamaya çalışıyorum.
* * *
İstanbul’da havalimanında heyecanla Darüsselâm’a gidecek uçağın kapısına ulaşıyoruz. Heyecanımız uçağa bineceklerin oluşturduğu kuyruğa kadar devam ediyor. Daha burada heyecanımızın yerini biraz şaşkınlık alıyor. Birçoğunu yabancı beyaz yolcuların oluşturduğu âilelerin yanında siyahî kız ve erkek çocuklarını görmemiz bizi biraz şaşırtıyor. Öz çocukları olmamasına rağmen yetimhâneden aldıkları bu siyâhî kız ve erkek çocuklarına gösterdikleri ilgi ve alâkada Afrika’daki misyonerlik faâliyetlerinin ne kadar derin ve güçlü olduğunu müşahede ediyoruz.
Yaklaşık yedi buçuk, sekiz saatlik bir uçak yolculuğunun ardından Afrika’nın incisi Darüsselâm’dayız. “Selâmet yurdu” mânâsına gelen bu diyarda, gecenin üçünde bizi karşılamaya kardeşlerimizle birlikte daha beş aylık “Hatice Hümeyra” da geliyor. Kardeşlerimizin samimi ve sıcak karşılamalarından havanın sıcaklığını dahî fark etmiyoruz. Kardeşlerimize teşekkür ve muhabbetimizi bildirip kalacağımız misafirhâneye doğru yola çıkıyoruz. Darüsselâm sokakları boş… Betül kardeşimiz:
“-Abla, gece gelmeniz iyi oldu. Çünkü gündüz trafik oluyor. Bir saate varmaz gideriz.” deyip yolumuzun kısa olacağını söylüyor.
Tanzanya’ya, “Rehama Dostluk ve Kardeşlik Vakfı”nın misafiri olarak geliyoruz. “Rehama” yerel dilde, bizdeki şefkat ve merhamet kelimesinin karşılığı… Rehama Vakfı:
“Kâmil mü’minler, toplumlarının ve hattâ bütün dünyanın gidişâtından kendilerini mes’ûl gören, bütün mü’minleri kendilerine zimmetli hisseden, hassas ruhlardır. Bugün bilhassa teknik imkânların artması, bizleri dünyanın öbür ucundaki din kardeşlerimizle bile komşu etti. Bütün İslâm coğrafyasındaki mazlum, muzdarip, bîçâre kardeşlerimizi düşünebilmek, onların dert ortağı olabilmek, hepimizin vicdan borcudur…” diyen bir merkez yüreğin gönül çağrısına koşan Hüdâyî gönüllüleri tarafından Darüsselâm’da kurulmuş bir hizmet kuruluşu...
Hizmetteki kardeşlerimizle muhabbet ede ede yapılan sabah kahvaltısının akabinde ilk durağımız, “Safına Öğretmen Okulu”... Öğrendiğimize göre, Tanzanya’ya Batılı ülkeler tarafından ve her yıl 5 milyar dolar para gelmekte ve bu para, kilise, okul, yetimhâne… vb kurumlar aracılığı ile halka dağıtılmaktaymış.
Misyonerlik faâliyetleri için gelen para, ağırlıklı olarak eğitim sahasında kullanılmakta... Bu sebeple bugün Tanzanya’daki resmî okullardaki öğretmenlerin yüzde 80’i Hıristiyan öğretmenlerden oluşuyor. Müslümanlar açısından çok büyük bir sıkıntı olan Hıristiyan öğretmenler sebebiyle yerel birtakım kuruluşlar, öğretmen okulları açma teşebbüsünde bulunmuşlar; fakat özellikle finans problemi yüzünden çok da başarılı olamamışlar. Safına Öğretmen Okulu, bu yüzden burada yaşayan Müslümanlar için çok önemli...
Okula ulaştığımız zaman öğretmen ve talebelerin yüzlerindeki tebessüm, içtenlik, samimiyet, kucaklaşma ve duâlar, sanki birbirimizi tanıyormuşuz ve onca yıldır ayrı düşmüşüz gibi... Bu güzel buluşmanın hatırlattığı o ilâhî ölçü:
“Bütün müminler ancak kardeştir.” (Bkz: el-Hucurât, 10)
Birbirlerimizin lisanlarını bilmesek de gönül dili ile çok iyi anlaşıyoruz. Hazırlamış oldukları küçük programla mest olup teşekkür ediyoruz. Okumuş oldukları Türkçe ve mahallî Swahili dilindeki ilâhîler kardeşliğin timsâli oluyor. Bizler de hem Azerbaycan’dan, hem de Türkiye’den gönderilen selâm ve muhabbetleri arz ediyoruz. Güzel geçen görüşmelerden sonra şükredip beraberce sofraya oturuyoruz. Bize yerel bir yemek çeşidi olan “Ugali” ikram ediyorlar. Bize birer kaşık getiriyorlar. Onların elleri ile yedikleri bu mütevâzi sofrada pilavı ve ugaliyi beraber paylaşıyoruz.
Gönlümüz İstanbul’a, Bakü’ye uzanıyor. Maddî ve mânevî katkıları ile her zaman destek olan, elleri ve yürekleri Tanzanya’ya kadar uzanan büyüklerimizi ve kardeşlerimizi yürekten selâmlıyoruz. Onların bu gönül sofrasında bizimle olduğunu hissediyoruz.
Sonra yemeği hazırlayan aşçı hanımlara teşekkür edip ayrılıyoruz. Allah, hizmet eden kardeşlerimizden râzı olsun. İnşâallah yetiştirdikleri mânevî değerlere sahip gençlik, Tanzanya için hayırlı, kendi âhiretleri için ise sadaka-i câriye olur.
Safına Öğretmen Okulu’ndan ayrılıp kaldığımız misafirhaneye gelirken sokaktaki çocukların ayaklarının çıplak, elbiselerinin de çok eski olduğunu üzüntü ile görüyoruz. Ama buna rağmen bizlerin yanına koşarak geliyorlar, tebessümle:
“-Karibu, Karibu” diye selâm vermeleri bizleri mutlu ediyor.
Yanımızda çikolata, şeker, ne varsa ikram ettik. Yüzlerindeki sevinç ve tebessüm görmeye değer... Evet, altınları yoktu, ama gözleri elmas gibi parlıyordu. Kendi dillerinde
“-Ahsente, ahsente” diyerek ayrıldılar. Gönül dili ile, teşekkür ettiklerini anlamıştık.
Oysa ki ne alırsan al, bir türlü hayatından memnun olmayan, hep fazlasını isteyen çocuklarımız var. Televizyon reklâmlarında gördüğü yeni lezzetleri tatmak için ağlayan çocuklar!.. Onların her istediğini almak için pervâne olan anne-babalar…
Oysa buradaki çocuklar, plastik su kabından araba yapıyor, naylon poşetlerden top yapıp oynuyor. Bir ağaç dalına binerek kendisine bisiklet veya at yapıyor. Bunlar da çocuk… Ama bunlar, Afrikalı çocuklar... Kuru ekmek bulamayan çocuklar... Sadece bir-iki dolarlık ilâcı bulamadığı için ölen çocuklar... Yıllarca sömürülen, aç bırakılan, Allah’tan başka yardımcıları olmayan insanlar…
İkinci gün ziyaret ettiğimiz, “Hudayi Saliha Kız Kur’ân Kursu” yatılı hizmet veren örnek bir eğitim kurumu... Genellikle lise ve üniversite mezunları kabul ediliyor. Burada Kur’ân-ı Kerîm, Tecvid, İslâm Tarihi, başta olmak üzere, birçok ders var. Türkçe, İngilizce ve Arapça da çok rağbet görmekte... Burada da kurslarımızda görmeye alıştığımız, nizam, intizam, güler yüz ve kardeşliği görüyoruz... Buradaki kardeşlerimizden 17 tanesi, İstanbul’a eğitim almaya gitmek üzere hazırlanmaktalar. Bir önceki yıl, 14 kızımız gitmiş. Burada eğitim verenler arasında Azerbaycanlı bir hocahanım kardeşimizin olması da bizleri ziyadesi ile memnun ediyor. Yirmi yıl önce Kafkaslar’a atılan gönül tohumları, fidan olmuş, meyveye durmuş; dalı-meyvesi buralara kadar uzanmış.
Üçüncü gün ise, Türkiye ve Azerbaycan’dan gelen misafirlerin birlikte iştirak ettiği bir su kuyusu açılış programına katılıyoruz. İlk olarak “Yûnus Emre Kardeşlik Su Kuyusu” ile başlayan bu güzel hizmette açılan su kuyusu sayısı, yetmişi geçmiş.
Su, Afrika insanı için çok önemli… Suyun kıymetini en iyi, her gün başlarındaki su kovasını en az birkaç kilometre uzaktan taşıyan Afrikalı hanımlar bilebilirler diye düşünüyoruz. Su kuyusunun başına yüzlerce kadın, çocuk, insan toplanmış. Bizleri ilâhîlerle karşılıyorlar. Çocukların ellerinde Türkiye, Azerbaycan ve Tanzanya bayrakları... Konuşmalar yapılıyor, duâlar okunuyor... Sonra su kuyusu açılışı yapılıyor. Kuyu için yapılan isim levhasının üzerinde: “Allâh’ın Azerbaycanlı Bir Fakir Kulu” yazısı çok mânâlı duruyor...
Yetimhane ziyaretimiz ise, bizi en çok duygulandıran yerlerden biri olmuştur. Kardeşlerimizin söylediğine göre, Afrika’da binlercesi olan yetimhânelerden bir tanesi idi burası… Üç yaşından onbeş yaşına kadar olan yüzün üzerinde yetim çocuk var. Üç-dört yaşındaki bir yetim kız çocuğuna, yine biraz daha büyük on-onbir yaşlarındaki bir başka yetim kızcağızın annelik etmeye çalışması, bizleri çok duygulandırdı. Burası daha önceleri çamur içindeymiş. Bir Azerbaycanlı hayır sahibinin, yetimhânenin avlusuna taş döşetmesinden sonra çamurdan kurtulmuşlar. Türkiye’den ve Avrupa’da yaşayan Türklerden Tanzanya’ya gelen neredeyse bütün heyetler mutlaka burayı ziyaret etmişler. Burada da çocukların hepsi etrafımızı kuşattı. Biz de yanımızdaki hediyelerden ikram ettik. Yetimhânenin sorumlusu Halime Hanım’ın bizlere söylediği:
“-Çocuklar hediyelere seviniyorlar. Ama onlar, en çok başlarının okşanmasından, saçlarının taranmasından, kendileri ile konuşulmasından mutlu oluyorlar!..” sözleri gözlerimizi yaşarttı.
Hazret-i Câfer-i Tayyar vasıtasıyla İslâm, Hicaz toprakları dışında ilk kez Afrika’da yayılmıştı. Peygamberin dostlarına sahip çıkan Afrikalı Necâşî’nin yaşadığı coğrafyayı görmek… Okuduğu ezanlarla Müslümanları ibadete davet eden, kendisine yapılan bütün işkencelere rağmen îmanını koruyan Bilâl-i Habeşî’nin, asırlar sonra da olsa torunlarıyla tanışmak, onlarla birlikte olmak, bizlere yeni yeni kardeşlik ufukları açtı.
Bu vesîleyle bir kez daha oralardaki hizmetlere maddî ve mânevî desteklerini esirgemeyen büyüklerimize teşekkür ediyoruz. Ayrıca Ebû Eyyûb el-Ensârî ve ashâb-ı kiram misâli, alperenler misâli uzak mesafelere gönül yolculuklarına çıkan, isimlerini burada tek tek saymakta güçlük çekeceğim, bu kutlu kervanın bütün yolcularına dünya ve âhiret saâdeti diliyoruz. Allah, emeklerini zâyî eylemesin. Onların birlerine bin katsın. Onlar vesilesiyle, Ümmet-i Muhammed’i bu büyük sorumluluğun vebâlinden kurtarsın. Âmîn.
Sedâ TECİM
Zuhura ve Bir Hâtıra
Zuhura Y. Ntalage, 16 yaşında ve doktor olmak istiyor. Tanzanya’nın en batısında, başkente 700 km uzaklıkta olan Mwanza şehrinde, aylık 37 dolar geliri olan bir âilenin dördüncü kız çocuğu… Ortaokul sınavlarından aldığı puan, onu doktor yapabilir. Ama okula gidecek parası olmadığı için amcasından aldığı 20 dolar ile beş günlük tren yolculuğunun ardından Tanzanya’nın başkenti Dârusselâm’a gelmiş ve tren istasyonundan 15 km uzakta olan Safina Öğretmen Okulu’na yürüyerek ulaşarak ferdî başvurusunu yapmış.
Aldığı yüksek puan sebebi ile mülâkatsız ve sınavsız kayıt hakkı kazanan Zuhura, elinde kalan son 3 dolar ile okula yakın bir yetimhânenin görevlilerini ikna ederek bir hafta sadece su ve ekmek yiyerek okulun açılmasını beklemiş.
Üç haftadır okulumuzda eğitim gören Zuhura, kendisine okuması için arasında 5 dolar sıkıştırılmış daha önce Swahili diline çevrilmiş olan Muhterem Osman Nuri Topbaş Üstâdımızın “Mesnevî Dergâhından Esintiler” adlı kitabını bitirdikten sonra, parayı kitabın arasında unuttuğumuzu düşünerek iâde etmek istedi. Onu hediye maksadıyla koyduğumuzu söylesek de parayı kabul etmeyen Zuhura, kendisinin üç öğün yemeği ve yatacak yeri olduğunu ifade ederek, kendisi gibi yola çıkıp yolda kalanların hakkı olan bu parayı alamayacağını söyledi ve ekledi:
“-Okuduğum kitap, bu verdiğinizden daha büyük bir hediyedir!..”
Zuhura, bizlere: “…(Bilmeyen kimseler), iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder...” (el-Bakara, 273) âyetinin canlı tefsiri oldu. Bugün elinde her türlü imkânı olan, fakat yeterince kadrini bil(e)meyen biz beyaz Müslümanlara da en canlı “kanaatkârlık dersi”ni vermiş oldu. İnsanlık adına teşekkürler Zuhura…
YORUMLAR