Sovyet Birliği dağıldıktan sonra, Sovyet rejimine bağlı ülkelerde fabrikalar, iş yerleri kapanmış; bir anda insanlar işsiz kalıvermişti. İşçi olarak çalışanlar, daha sonraki zamanlarda iş bulma konusunda zorluk çekmezken müdür, mühendis gibi üst kesimler bu konuda çok zorlanmışlardı. Bu insanlar pazara çıksa bir şey satmak ellerinden gelmiyordu.
Azerbaycan’da kapı komşumuzun beyi, Sovyet dönemindeyken il gaz idaresinde müdür olarak çalışmış, doğalgaz kesilip idare kapanınca işsiz kalakalmıştı. Pazara bir şey satmaya çıksa, zarar edip evine geri dönüyordu. Evin geçimi, eve yemek bulmak ise, evin kadınının omuzlarına yüklenmişti. Evin hanımı, el becerisi olan bir hanımdı. Restoranlara yemekler pişirir, geceleri sabahlara kadar durmaz tort (yaş pasta) yapar satardı. Evini ekmeksiz, çocuklarını aç bırakmazdı. Ayrıca işini de zevkle, severek yapar; beyinin gönlünü almasını bilirdi. Atalarımız ne demiş:
“-Evi ev eden avrattır, yurdu şen eden devlettir.”
Önceden genç kızlara anneleri:
“-Yaptığın iş bana, öğrendiğin sana!..” diyerek küçük yaştan itibaren onları mutfağa sokar, her şeyi öğretirlerdi. Şimdi ise:
“-Aman kızım daha küçük, daha okuyor, ileride öğrenir!” diyerek çocuklara en büyük kötülüğü öz anneler yapmış oluyor. Atalarımız her zaman sözleriyle taşı gediğine koymasını bilmişler. Her şeyi zamanında öğretmek gerektiği gibi çocuğu eğitmenin de bir vakti olduğu hususunda:
“-Çocuktur söz demedim, büyüdü güç yetiremedim!” demişler.
* * *
Kazakistan’da bir kız öğrencimizin ahlâkı çok güzeldi, zeki olduğu için tâlipleri çıktı. Talipleri gidip gelip peşini bırakmadılar ve bu kızımız nihayet dünya evine girdi. Kendisinin yaşı küçük olduğu ve hâlâ okuduğu için halk deyimiyle “eli kırılmamıştı”. Elinden iş gelmiyordu. Kaynana da tam tersi, çok becerikli olunca; ne beyi ne de kaynanası buna sabredemedi. Öğretmek, eğitmek yerine ayırmayı tercih ettiler. Evlilik yaşına gelmiş bir kız, baba ocağındayken eli kırılmadığı için genç yaşta gözü yaşlı, küçücük bebeğiyle dul kaldı.
Bu hâdise bize çok tesir etti ve Kazakistan’daki her kız kursunda bir “dikiş kursu”, bir de “yemek kursu” olmalı diyerek Çimkent Kız Kursu’na ev ekonomisi ve dikiş sınıfı açtık. Her güne bir yemek ve bir dikiş dersi koyarak eğitim ve öğretime başladık.
Kısa zamanda öğrenciler kursta dînî, ilmî derslerin yanında beceri derslerinin olmasından büyük zevk duyarak farklılıklarını gösterdiler. Kazak-Türk yemek kültürünün ders olarak verilmesi, hem öğrencilerin, hem de âilelerin çok hoşuna gitti. Bu farkı, gelen misafirler de öğrencilerin yapmış olduğu yemeklerden tadarak gördüler. Kermeslerde yapılan yemek-pasta çeşitlerini, örgüleri öğrencilerin yaptığını öğrenen davetliler de şaşırdı ve çok hoşlarına gitti.
“-Biz de çocuklarımızı bu kursa verelim, hem dînî eğitim alsınlar, hem da hayata hazırlarsınlar. Evde telefonun, internetin başından kalkıp da bir şey öğrenecekleri yok!” diyenler oldu. Öğrencilerimizin her yönden örnek olmaları, biz eğitimcilerin de çok hoşuna gitti.
Kazakistan Diyanet İşleri Başkanlığı da bu kursların açılmasının kızların eğitimi için çok faydalı olduğunu ve Çimkent Kız Kursu’nun diğer kurslara örnek teşkil ettiğini bildirerek, bütün kız kurslarında benzer faaliyetlerin başlamasının çok güzel olacağını dile getirdi. Ayrıca Çimkent Kız Kursu’ndaki bu faaliyetleri, yeni hizmete başlayacak olan Bişkek Kız Kursu’nda da uygulamaya dönüştüreceğiz inşallah. Dileğimiz o ki, Kur’ân kursu eğitimi almış her genç kız, her yönden kendini yetiştirerek topluma örnek olsun.
Etrafımıza baktığımızda, yeni neslin elinde annelerinde dile getirdiği gibi telefon, internet düşmüyor. Genç kızlara:
“-İleride hayata atılacaksın, biraz mutfağa girsen! Dediğimizde:
“-Aman boş ver; internet yemek tarifleriyle dolu. Evlenince internetten öğrenir, yaparım!” diye cevap veriyorlar.
Bağımlı oldukları internete her konuda olduğu gibi yemek konusunda da annelerinden çok güveniyorlar. Bir çeyiz mağazasına girdiğimizde satıcı:
“-Abla geçenlerde çeyiz almak için bir anne ve kızı geldi. Annesi çeyizleri seçerken gelin olacak kızın elinde telefon, sürekli yazışarak sanki çeyizler ona alınmıyormuş gibi ilgilenmiyordu. Ben dayanamayıp:
«-Güzel kız yakında evleneceksin. Evlenince de elinden telefonu bırakmazsan evi kim evirip çevirecek, kim yemekleri yapacak?» diye takıldım.
Yeni gelin adayı, bana alaylı bakarak:
«-Yemekleri ben mi yapacağım?» dedi.
Şaşırıp kaldım. Demek ki genç kızlar, evliliği, dizilerdeki evlilik gibi zannediyorlar. Dizilerde masallardaki düğünleri aratmayacak derecede şaşalı bir düğün, ardından balayı, hep gezmek, dışarıda yemek yemek... Gelsin hizmetçiler, gitsin hizmetçiler… Kızlarımız da bunları izleyerek büyüdüğü için evdeki işleri başkaları yapacak zannediyor. Çevresi, anne-babası da onu yönlendirmeyince hayal köşkünde yaşamaya devam ediyor. Evlenince hayatın acı gerçekleriyle yüzleşip hayalleri gerçekleşmeyince, bu peri masalı, ayrılıkla neticeleniyor.
Yavrularımızın eline ömürlerini israf edecekleri teknolojik aletler yerine altın bilezikler verelim ki, hayatta tek kaldıklarında ayakta durabilsinler. Sanat, altın bileziktir. Her anne-babanın çocuğuna son model telefon alma gibi bir mesûliyeti yoktur. Ama altın bilezik sahibi yapmak borcudur. Çocuklarımıza altın bileziklerini takalım, borçtan kurtulalım.
YORUMLAR