Peygamber Efendimiz, “Allâh’ın velî kulları, yüzlerine bakıldığında, Allah Teâlâ’yı hatırlatan kimselerdir.” (İbn-i Mâce, Zühd, 4) buyurmuştur. Biz, bu hadîs-i şerîfin bir insan üzerinde nasıl gerçekleştiğini, merhum Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Efendi’nin şahsında görmüş olduk.
Bu Allah dostu, oturmasında, kalkmasında, yemesinde, içmesinde, hâl ve hareketlerinde hep Allah Rasûlü’nün sünnet-i seniyyesini ihyâ gayretinde olduğu için Rabbimiz de onun sûret ve sîretine bir güzellik vermişti. İstikamet ve sünnet üzere yaşantısı, en bâriz kerâmetlerinden sayılır. Çünkü âhir zamanda, sünnet-i seniyye çizgisini kaybetmeden istikamet üzere bir hayat sürmek, ehline ve sevdiklerine de bu yolda öncülük etmek başlı başına bir kerâmettir.
Nasıl ki, Allâh’ın mûcizelerini görmek için bir insanın havada uçmasına, suda yürümesine ihtiyaç yoksa, her bir ağaç, her bir hayvan, her bir insan ve her bir bitki ayrı ayrı ve her hâlleriyle Allâh’ın sayısız mûcizelerinin şâhidi ise, Allâh’ın hakiki velilerinin olağan üstü hâller göstermesine gerek yoktur. Onlar, hayatın binbir türlü bâdire ve imtihanına rağmen Allâh’ın dini çizgisinde yaşıyorlarsa, bu başlı başına bir kerâmettir.
Bizim de merhum Üstâdımızın hayatında gördüğümüz hârikulâdelik, işte bu kerâmettir. Onun fuzûlî, abes ve lüzumsuz bir cümlesi yoktu. Sohbet ve hasbihâl gerekmediği hâllerde sükûtu ihtiyar ederdi. Yolda yürürken bakışları âdeta yere mıhlanmış gibiydi. “Nazar ber-kadem” yani, bakışlar ayakucuna olmalı kaidesini tatbik eder, çevresinde olup bitenlerle aşırı meşguliyetin insanın gözünü ve gönlünü yoracağını, insanı Rabbini anmaktan ve O’nu hatırlamaktan uzaklaştıracağını ifade ederdi.
Tevâzu içinde yaşar, öyle yer ve öyle gezerdi. Yemek yerken dikkatli davranır, gafletle bir lokma yememeye çalışırdı. Helâl de olsa gafletle yenilen lokmaların insanların gönül dünyasında atâlet ve gevşeklik oluşturacağını ifade ederdi.
Az yemeyi tavsiye eder, kendileri de asgarî ölçüde yemekle iktifa ederdi. Yemek yerken acele etmez, telâşe göstermez, ağır ağır, sükûnetle ve önünden yerdi. Öfkeli iken yemek yenmemesini, bu hâlin insanın kalp dünyasına zarar vereceğini ifade ederdi. Lokmaları küçük küçük alır, ağzında uzun müddet çiğner ve öyle yutardı. Oturarak yemek yer, yemek yerken herhangi bir yere yaslanmaz, yemek esnasında gereğinden fazla konuşmazdı.
Bütün bu sayılanlar, Mahmud Sâmî Efendi’nin sıradan bir yemek yerken bile sağlık kaidelerine ve sünnet-i seniyyeye ne kadar riâyet ettiğini gösterir.
Yüzleri, devamlı mütebessimdi. Biraz hasbihâl etme imkânı bulanlar, kalbinin ne kadar mahzun olduğunu hemen hissederdi.
Vefâtının sene-i devriyesinde, o mübârek üstadımızın kıymetli sohbetlerinden bir bölüm ile yazımızı nihayetlendirelim:
“Dostlukta esas olan vahdettir. Allah dostluğuna başka şeyler karışırsa, iş bozulur. Önemli olan, zikir ve ibâdetle ünsiyetin hâsıl olmasıdır. Muhabbet, mârifetin semeresidir. Mesud ve bahtiyar odur ki, kendini ebedî âleme hazırlar. Nefsini kötülüklerden temizleyen muhakkak felâh bulmuş, kurtulmuştur. Ey dünyadan âhirete doğru yolculuk eden kişi!.. Kâfileden, kılavuzdan ve sâlih arkadaşlarından ayrılma! Aksi hâlde rahat ve huzurun, elinden gider, perişan olursun. Daima kılavuzunla beraber ol ki, o da seni varacağın yere ulaştırsın.”
Cenâb-ı Hak, cümlemizin teslimiyet, muhabbet ve bağlılığını ziyadeleştirsin. Bizi, sevdiği, sâlih kullarının arasında cennet ve cemâline kavuştursun. Âmin.
YORUMLAR