Allâh’ın Rasûlü, Âile Hayatımız İçin De En Güzel Örnek

Halime Demireşik, Şebnem okuyucularının yakından tanıdığı bir isim… Yayın kurulumuzun bir üyesi, aynı zamanda hemen her sayıda hikâyeleri, röportajları ve yazıları beğenilerek okunan yazarlarımızdan birisi… Geçtiğimiz ay, onun Peygamber Efendimizin mübârek zevcelerini geniş bir şekilde anlattığı bir eseri neşredildi, Şebnem Kitapları arasında… Biz de bu konuda kendisiyle bir röportaj yapmaya karar verdik. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile O’nun âile hayatı hakkındaki bu mülâkâtı da severek okuyacağınızı ümid ediyoruz.

 

Halime Hanım, okuyucularımız, sizi dergimizde yayınladığınız yazı ve röportajlardan büyük bir alâka ile takip etmekteler. Gerçekten günümüz şartlarında pek karşılaşmadığımız çok farklı sîmâlarla, çok güzel röportajlarınız yayınlandı. Bu şahısları, bize tanıttığınız için teşekkür ederiz. Ancak şu âna kadar hep siz başkalarıyla röportaj yaptınız. Şimdi biz de yeni neşredilen kitabınız vesilesiyle sizinle bir röportaj yapalım, istedik. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Aslında insanın kendini tanıtması çok zor…  Ama çok ana hatlarıyla 1978 yılında Denizli’de doğdum. Orada ilkokulu İlköğretim Okulu’nda, orta ve lise tahsilimi de Denizli İHL’de tamamladım. 1996 yılının Haziran ayında İstanbul’a, Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu’na geldim ve o günden beri bu kursta eğitim-öğretim faaliyetlerime devam etmekteyim.

 

Yaklaşık on iki yıl geçirmiş olduğunuz Hüdâyî Kız Kur’ân Kursu, anlaşılan sizin hayatınızda bir dönüm noktası olmuş. Bu kursla ilgili duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Gerçekten Hüdâyî Kur’ân Kursu’nun benim hayatımda çok büyük bir rolü var. Küçükken çevremden duyduğum bazı olumsuzluklar sebebiyle Kur’ân kurslarına karşı çok mesafeliydim. Ancak İstanbul’da İlâhiyat Fakültesi’nde okuyan ağabeyim Bünyamin Çil vasıtasıyla Hüdâyî Vakfı ve onun kız Kur’ân kursu ile tanıştığımda bu önyargılarım tamamen değişti. Daha önceden anne ve babadan uzakta olmak, gurbet hayatı yaşamak, dört duvar arasına kapanmak ve bir kursta yatılı olarak kalmak bana çok zor, hatta imkânsız geliyordu. Ancak burada dört duvarın bütün dünyayı içine alacak şekilde nasıl genişlediğini, yüreklerin birbirine samimi olarak muhabbet duymasıyla bütün dikenlerin nasıl güle döndüğünü bizzat yaşadım.

Diyebilirim ki, Hüdâyî Kursu, bir Kur’ân kursundan ziyâde yatılı bir özel okul statüsündeydi. Burada normal bir okuldan, hatta İmam Hatip Lisesi’nden çok daha farklı, çok daha seviyeli ve kalıcı bir eğitim aldığımızı düşünüyorum. Çünkü ne kadar önemli bilgiler öğretilse de okulda bütün dersleri sınıf geçmek için öğreniyorduk. Burada ise gâyemiz tamamen değişti. Burada öğrendiklerimizi en güzel şekilde hayatımıza tatbik etmek ve bir başka kardeşimize öğretmek için öğreniyoruz. Daha doğrusu okullarda öğretim veriliyor, ama tatbikat ve eğitim yönü ihmal ediliyor. Yatılı Kur’ân kurslarında ise, hem eğitim, hem de öğretim birlikte ve muhabbetle verildiği için kalıcı oluyor. Meselâ burada İslâm’ın müminleri nasıl kardeş yaptığını bizzat yaşayarak öğrendik, öğreniyoruz. Neredeyse dünyanın dört bir tarafından gelen talebeler arasında ortak bir muhabbet dili var. Herkes birbirine güleryüz ve sevgi gösteriyor. Ancak içten pazarlıklı, karşılık bekleyen bir sevgi ve ilgi değil!.. Tamamen Allah rızâsını gâye edinen, O’nun için seven, O’nun için buğz eden bir îmânî heyecan bu… Bu yüzden Hüdâyî’de aldığımız mânevî hava, daha önce hiçbir yerde yaşamadığımız bir şeydi. Ve beni çok etkiledi.

 

Kur’ân Kursunda Siyer dersini seçmenize ve kendinizi bu branşta yoğunlaştırmanıza ne sebep oldu?

Bizim geldiğimiz sene, ilk defa Hüdâyî Kursu’na İmam Hatip Lisesi mezunu öğrenciler alınmıştı. Onların aldığı eğitim ve hayata bakış açısı, kursun çehresini değiştirmeye başladı. Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, 12-13 kişilik bu gruba özel bir sınıf açılmasını istedi. Onların eğitimine özel bir önem verdi. Kendisi de bizzat teşrif ederek Peygamberler Tarihi ve Siyer konularında seminer ve konferanslar verdi.

Açıkçası ben, o dönemde tefsirde ihtisas yapmak istiyordum. Ancak Osman Nûri Topbaş Efendi’nin beni ısrarla bir siyer hocası olarak görmek istemesi, âdeta hayatımın yörüngesini değiştirdi. Zaman geçtikçe siyere daha çok yoğunlaştım. Şu an geldiğim noktada, büyüğümüzün bu firâsetli seçiminin benim için ne kadar hayırlı ve bereketli olduğunu görüyor; kendisine bir kere daha minnet ve şükranla duâ ediyorum.

 

Gelelim, Peygamber Efendimiz ile O’nun hanımları hakkında hazırladığınız esere… Bu eseri hangi sebeple kaleme aldınız?

Altı-yedi yıl önce bir sınıfta Peygamber Efendimiz ile Hazret-i Hatice’nin evliliklerini işlerken muhterem Hazret-i Hatice Annemizin hayatını biraz teferruatlı olarak araştırdım, kendisine hayran oldum ve onu derslerde anlatmaya başladım. Gördüm ki, her bir öğrencim bu bilgileri ilk defa duyuyorlardı. Merak ve ilgiyle dinlediler. Onu bir insan olarak, bir kadın olarak, bir anne olarak, bir eş olarak ilk defa tanıyorlardı.

Aynı şekilde İfk Hâdisesi’ni anlatırken Hazret-i Âişe’yi tanıma fırsatı buldum. Onu tanıdıkça sevdim, hayranı oldum. Benim bu şekilde bir sahabeden ve hâdiseden etkilenmem, talebelerimi de çok derinden tesir altına alıyordu.

Daha sonraları Anadolu’da, Şebnem vesileyle “Allah Rasûlü’nün Âile Hayatı” konulu çeşitli seminer ve konferanslar verirken Peygamber Efendimizin hanımlarından bahsetmeye başladım. Onların örnek ve hikmet dolu hayatları, dinleyenler üzerinde çok büyük tesirler meydana getiriyordu. Hemen hepsi ilk defa Peygamber Efendimizin hanımlarını duyuyor, tanıyor ve sevmeye başlıyorlardı. Gerek derslerden, gerekse konferanslardan sonra yanıma gelenler, anlattığım şekliyle bu bilgileri nereden bulacaklarını sormaya başladılar. Anladım ki, bu konuda büyük bir ihtiyaç var.

Rabbimizin “bize her hâliyle örnek gösterdiği” bir Peygamberin, âile hayatının pek bilinmemesi beni çok üzdü. Bu sebeple önce Şebnem Dergisi’nde kısa kısa bu muhterem vâlidelerimizi tanıtan yazılar yazmaya başladım. Sonra da bunları genişleterek kitap hâlinde neşretmiş olduk.

Aslında günümüzde pek çok âilede gördüğümüz problemlerin temelinde Peygamber Efendimizin bir âile reisi olarak fazla tanınmaması yatıyor. Erkekler nasıl bir bey, nasıl bir baba, nasıl bir evlat olacaklarını bilemiyorlar. Kadınlar beylerine, çocuklarına nasıl davranacağını kestiremiyor. O yüzden âilelerde büyük bir karmaşa var. Erkekler kibarlaşmayı, olgun ve fazilet sahibi bir insan olmayı basitlik olarak görüyorlar; kadınlar da alttan almayı, beylerine hürmet ve hizmet etmeyi kendilerini küçültmek olarak görüyor. Dolayısıyla bir türlü sağlıklı bir âile oluşturulamıyor.

 

Peygamber Efendimizin âile hayatı ile ilgili en çok ne dikkatinizi çekti? Bu müstesnâ âilede en çok kimi takdir ettiniz?

Gerçekten Allah Rasûlü’nün hayatını inceledikçe, O’nun ne kadar anlayışlı, olgun, kibar, muhabbet dolu bir insan olduğunu bir kez daha gördüm. Düşünebiliyor musunuz, insanların kadını hakir gördüğü, kız çocuklarını diri diri gömdüğü bir devirde O, hanımının deveye rahat binebilmesi için ellerini kenetliyor ya da dizine bastırıyor. O’nun, câhiliye toplumunda yaptığı zihnî değişimin en büyük delillerinden biri bu hâdise… Daha bunun gibi nice örnekler dolu… Onların bütün duygularını önceden hissediyor, onlara vakit ayırıyor, sohbet ediyor, tesellî ediyor, onlara kendilerini sevdiğini söylüyor. Allah Rasûlü, hanımlarına karşı o kadar merhametli, o kadar nâzik, o kadar kibar, diğer bir tabirle o kadar romantik ve centilmen ki… Etkilenmemek mümkün değil!.. Kısaca O, her hanımının gönlüne giden yolu buluyor ve onun gönlünü fethediyor.

Sonra Hazret-i Hatice Vâlidemiz, muhterem zevci Hira Mağarası’na inzivaya çekildiğinde, O’nun ayağına bizzat yemek götürüyor. Hem de hemen her gün… Bir gün değil, beş gün değil!.. Hem de türlü türlü dedikodulara rağmen… Bugün kim beyine bu kadar karşılıksız bir şekilde fedâkârlıkla; böylesine büyük bir muhabbet ve samimiyetle hizmet ediyor ki…

Bir de Hazret-i Âişe’nin Peygamber Efendimize duyduğu muhabbet var. Çünkü Allah Rasûlü, onun ilk ve son aşkı… Zira Peygamber Efendimizin hanımları arasında tek bâkire olan o… Bu yüzden Hazret-i Âişe’nin Peygamber Efendimize duyduğu muhabbet ve kıskançlık bambaşka… İçlerinde Peygamber Efendimizi en çok o sevmiş ve O’nun tarafından en çok o sevilmiş. Allah Rasûlü, onun yetişmesine ayrı bir ihtimam göstermiş. Zekâ, hâfıza, firâset, talâkât gibi pek çok üstün meziyetlere sahip olan Hazret-i Âişe’yi, maddî-mânevî pek çok ilimle süsledikten sonra, “Dininizin yarısını Hümeyrâ’dan (Hazret-i Âişe’den) öğrenin!..” buyurmuş.

Gerçekten hanımlarının her birinde çok güzel haslet ve faziletler var. Her biri, Peygamber Efendimizin bir yönünde âdeta fânî olmuşlar. Kimi O’ndan ilmî heyecan ve tebliğ gayretini almış, kimi muhtaç ve garipleri sevindirmeyi, kimi sevdiklerine karşı vefâlı olmayı, kimi de takvâ hayatını, geceler boyunca namaz kılışını… Hepsi kendi mizaç ve kabiliyetlerinde üstün bir model hâline gelmişler. Am şunu belirtmeden geçemeyeceğim, hemen hepsi Allah rızası için infak edinmeyi birinci haslet hâline getirmişler, âdeta cömertlikte birbirleriyle yarışmışlar. Onları tanıdıkça insanı, âileyi, toplumu ve güzel dinimizi daha iyi anlamak mümkün… Bu yüzden Peygamber Efendimiz’de ve O’nun muhterem zevcelerinden öğreneceğimiz çok şey var.

 

Son olarak okuyucularımıza bu kitapla ilgili neler tavsiye edersiniz? Nasıl okusunlar?

Peygamber Efendimizin hanımları hakkında birçok eser yazıldı. Bu kitabı hazırlarken pek çoğunu inceleme fırsatı buldum. Bu kitabın diğerlerinden farkı, târihî hâdise ve şahısları sadece anlatarak geçmek değil… Onlardan günümüze ibret ve hikmetler çıkartmaya çalışmak…

Bir de kitap incelendiğinde rahatça görülecektir ki; kitabı okurken okuyucuların aklına takılan sorulara mümkün mertebe cevaplar verilmeye çalışıldı. Bazen satır aralarında birkaç cümle ile ifade edilen bu cevaplar, bazen de ayrı bir bölüm hâlinde “Ekler” kısmında cevaplandırıldı. Bu soru ve cevaplar da, daha çok ders anlatırken talebelerin veya seminer ve konferanslar esnasında muhatablarımın sordukları sorulardan oluşuyor. Bu sebeple ihtiyaca binâen yazıldı.

Ben yazarken çok etkilendim, okuyucularımın da okurken etkileneceklerini düşünüyorum. Benim hayatıma çok tesiri oldu, âile hayatıma da, bir kadın olarak hayata bakış tarzıma da… Onların hayata bakış tarzını da değiştireceğine inanıyorum. Kitabı okumaya başlayınca ellerinden bırakamayacaklarını düşünüyorum.

Okuyucularımızdan bir ricâm daha var: Lütfen kitabı okuyup bitirdiklerinde, kütüphanelerinin bir köşesine yerleştirmesinler. Onu bir kişiye daha hediye etsinler, onun da okumasını ve okuduktan sonra bir başkasına vermesini ricâ etsinler. Kitabın elden elde dolaşmasını, pek çok kişi tarafından okunarak istifade edilmesini temenni ve rica ediyorum. İnşâallah herkes, bu hizmetin bir ucundan tutar ve kitaptan daha çok kimsenin istifade etmesine yardımcı olur.

Ayrıca kitapla ilgili her türlü duygu ve düşüncelerini, tenkid ve sorularını bize e-mail olarak ulaştırırlarsa, en azından bundan sonraki baskılarda bu sorulara veya itirazlara da yer vermiş, hata ve eksiklerimizi düzeltmiş oluruz.

Son olarak, şunu bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki, bu eser, benden çok, bugüne kadar beni yetiştiren, bütün hocalarımın ve büyüklerimin ortak eseridir. Bunlar arasında bilhassa muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi’yi zikretmek isterim. Âcizâne bendeniz de, bu eser de onun hikmet dolu işaret, teşvik ve himmetlerinin bereketidir. Kendisine, Cenâb-ı Hak’tan bu vesîleyle hayırlı, hizmet dolu uzun bir ömür niyaz ederim. İnşâallâh, iki cihanda da bizi talebesi olarak kabul buyurur.

Gayret bizden, muvaffakiyet ise Allah’tandır.

 

Bu güzel röportaj için size çok teşekkür ederiz.

Ben de teşekkür ederim.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle