Ana karnında seni kim besledi, biliyor musun?”
Abdülkâdir Geylânî (k.s.)
Işık hüzmeleri bile sızmıyor, içerisi zifirî karanlık… Zaten öyle bir korku nöbetine girmiş ki; bir çift gözle karşılaşsa dahî ödü patlayacak... Yedi başlı bir ejderha tarafından, her uzvu sarılmış gibi, bir ân olsun, bu yerden, değil kurtulması, kımıldaması bile mümkün değil!.. Tavan üstüne çökmüş ya da sadrının üstüne tonlarca beton konmuş gibi sadece hırıltılı bir sesle nefes alışları duyulmakta…
Bütün haberleşme vâsıtalarının sustuğu bu yerde, kimin haberi olur ondan?
Hangi el uzanıp da çekebilir onu, bu dipsiz kuyudan?
Hangi güç, açabilir bu üstüne kilitlenen kolları?
Sesi, sessizliğe rücû edinceye kadar bağırsa “İmdat!..” diye, kim duyabilir ki onu?
Burası; ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukur… Sen seç, hangisi olsun?!
* * *
Âyet-i kerîmeler:
“…Siz nerede olursanız olun, O sizinledir…” (el-Hadîd, 4)
“Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa, kendisinden başka onu giderecek hiç bir güç yoktur...” (el-En’âm, 17)
“…Darda kalmışın, duâ ettiği zaman isteğini karşılayan, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünde halîfeler kılan kimdir?” (en-Neml, 62)
* * *
Kış mevsimiydi. Koyunlarını da alarak Mısır’a dönüyorlardı. Üstelik bir çocukları dünyaya gelmek üzereydi. Yağmur, önce içinde başladı, oradan yağdı yeryüzüne… Âilesine bir ümit ışığı doğsun diye, çakmağı çaktı. Yanmadı, sonra tekrar yaktı, sonra tekrar…
“Ben bir ışık görüyorum, belki ondan size bir meş’ale getiririm.” (el-Kasas, 29) diyerek âilesinden ayrıldı. Kalp gözüydü, ışığı gören… Can kulağıyla bir ses duydu ışık tarafından, onu çağırıyordu.
“…Ey Mûsâ! Şüphesiz ki, Ben, bütün âlemlerin Rabb’i olan Allâh’ım!” (el-Kasas, 30)
Dünyaya, içindekilere ve sebeplere, bütün yaratılmışlara, sonradan olmuşa ve yapılmışa vedâ etti. Onları yapana koştu. Bunları yaparken ehlini, yavrusunu ve bütün sebepleri Hakk’a ısmarladı.1
* * *
“Vekîl”; temsilci, koruyucu, denetleyici, bekçi, birinin işini üzerine alan mânâlarına geliyor lügatte…
“Allâh’ın vekîl olması” ise; koruyucu (hafîz), güvenilen (emîn), yardım eden (muîn), görüp gözeten (şehîd, rakîb, müheymin), yarattıklarının rızkına kefîl olan (rezzâk), işler kendisine havale edilen (müvekkel), her şeyin mâliki ve yöneticisi olan demektir.2
Âyet-i kerîmelerde, Kâdir-i Mutlak olan Allah, yalnız kendisini vekîl edinmemizi emretmektedir.3 Zîra Allah dışında her şey eskiyip fenâ bulmaya mahkûmdur. Zamanın solduramadığı hangi güzellik vardır?
“Tevekkül” konusuyla ilgili âyetler incelendiğinde görülür ki; bilhassa “gücü sonsuz olan”ın Allah olduğuna vurgu yapılmaktadır. Şu hâlde mefhûm-u muhâlifiyle söylersek; “bizlerin âcizliği” gözler önüne çıkar. Allah’tan başka dayandığımız her şey, gücünü kaybetmeye mahkûmdur!..
Bir hikmet sahibinin dediği gibi, “Dünyadayken istinadgâh (dayanak) ettiğimiz şeylerle kalkacağız kabirden…”
Şu hâlde ölüm ötesi yolculukta, istinadgâhsız kalmamak için “tevekkeltü alellâh”…
Yâ Hafîz! Tüm sevdiklerimizi koru…
Yâ Muîn! Bütün zorluklarda yardımcımız Sen ol…
Yâ Şehîd! İşlerimizi ve bizi Sen gözet…
Yâ Müvekkel, Yâ Rezzâk!.. Rızıklarımızın kefîli Sen’sin.
Yâ Emîn!.. Ancak Sana güveniriz.
Dipnotlar: 1) Fethü’r-Rahmanî, sh: 332. 2) Dînî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı. 3) Âl-i İmrân,160.
YORUMLAR