Duâ, söze güç verir. Kalpten gelen saf bir niyet, önce söze dönüşür. Söz, duâ libâsına bürünür, Rabbe yakarış olur. Gözden çıkan iki damla yaş, duâ ile karışır. O zaman çorak toprak gülistana döner; aşksız yürek aşka gelir. Duâ, kula değer katar. Mü’mini ebedî âleme gönlü temiz, yüzü ak olarak kavuşturur. Çünkü duâ, en güzel vuslattır. En saf buluşma ve hâlleşmedir.
Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle buyuruyor:
“(Ey Rasûlüm!) De ki: “Duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise, azap yakanızı bırakmayacak.” (el-Furkan, 77)
Duâ, mâhiyeti itibariyle bir mahremiyet arz eder. Kul ile Rabbi arasında sarsılmaz bir bağ oluşturur.
Duâ, her insanın içinde bulunduğu mânevî duruma göre farklılık arz eder. İnsan her zaman bir şeylere muhtaçtır. İhtiyacı ne olursa olsun, insanın asıl muhtaç olduğu Rabb’idir; O’nun sonsuz lûtfu, keremi, merhameti ve affıdır.
Duâ, insan için uçsuz bucaksız bir limandır. Teslimiyetin sözlere döküldüğü, gönüllerin aşka geldiği, dillerle acziyetin ifade edildiği, benlik hislerinden uzak esrarlı sözlerdir.
Duâ, kulu kul yapan, müminliğe değer kazandıran, kulun Rabbi karşısında kulluğunun sınırlarını belirleyen yegâne ameldir.
Duâ, yağmur yüklü bulutlar gibi kendisini tutamayan tevbe makamındaki bir yüreğin bütün kusurlarını ifade etmesi, günahlarının affını, ayıplarının setrini dileyerek bir daha dönmemek üzere yalvarmasıdır.
Duâ, hem fert olarak, hem de cemaat olarak ellerin Mevlâ’ya açılarak O’nun sonsuz zenginliğinden istemektir.
Duâ, bütün dünyanın alâyişine, câzibesine ve aldatıcılığına rağmen Rabbin sınırsız merhametinde tam bir hürriyet duygusu yaşamaktır.
Duâ, hür olmaktır. Duâ bir inziva hâlidir. Kendinden geçmek ve benliği hiçe saymaktır. Bu yönü ile duâ, tam bir fedakârlık ve gerçek bir teslîmiyettir.
Duâ, kelime olarak Allâh’a yalvarma mânâsına gelmekle beraber, niyaz, yakarma mânâlarını da taşır. Ayrıca “salât” kelimesi de duâ mânâsındadır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- için söylediğimiz salavât-ı şerîfe de bu mânâda bir duâdır. Duâ, nidâ ve dâvet mânâlarını da barındırır.[1]
Efendimiz bir hadîs-i şerîfte:
“Duâ ibadettir.” (Ebû Dâvud, Vitir, 23) buyurarak duânın, bütün ibadetlerin özü olduğunu belirtmiştir. Mü’minin özelliklerinden biri, ibadet ehli olmasıdır. Kulluk, mümin olmanın amele dönüşmesidir. İbadeti olmayan bir mü’minlik yarım, teslîmiyeti noksan olur. O yüzden İslâm’ın temel esasları, “îmânî” ve “amelî” konular diye ikiye ayrılmıştır. Îman dairesine girmek bir insan için birinci hedef, îmanının gereği olan kulluk vazifelerini îfâ etmekse meselenin ikinci kademesidir.
Îman, mücerred; amel ise müşahhastır. Amellerimizin keyfiyeti bir yönü ile îmanımızın kıvamını göstermektedir.
İbadetlerin tamamını bir “duâ” çeşidi olarak düşünürsek, o zaman ibadeti olmayan bir mü’minin Allah katında bir değeri olmadığını daha iyi anlarız. Bu, yukarıda meâlini zikrettiğimiz Furkan Sûresi’nin 77. âyetinde de vurgulanmıştır. İnsana değer katan, îman ve kulluktur. Zaten insanın yaratılış gâyesi de kulluk değil midir?!
Rabbimiz, “Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etmeleri için yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyuruyor.
Bir başka âyet-i kerîmede de, “Beni zikredin (anın) ki, Ben de sizi anayım…” (el-Bakara, 152) buyuran Rabbimiz, kul olarak Allâh’ı anmanın karşılığını, Allah tarafından anılmak gibi yüksek bir pâyeye muhatap olmakla müjdelemiştir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin duâ ile ilgili hadîs-i şerîfleri insan hayatının birçok yönünü ilgilendirmektedir.
Aslında mü’min, sürekli Rabbini hatırlayan bir insandır. Bu yönü ile dilinde daimâ duâ ve istiğfar cümleleri olmalıdır. Allâh’ı unutmak, gaflet ehlinin içinde bulunduğu durumdur. İbadet hâli, mü’min için öncelikle bir niyet meselesidir. Yaptığınız her işin temelinde ilâhî rızâ varsa, yolda yürümemiz, tebessümle bakmamız yahut sıradan bir tavrımız bile ilâhî rahmet tecellîlerine vesîle olur. O yüzden asıl mesele, gaflet hâllerinden uzak kalabilmektir.
Hâsılı, kulun Rabbi nazarında değeri, ibadeti ile ölçülmektedir. Duâ, bütün ibadetlerin özünü oluşturmaktadır. Duâsı olmayan bir mü’minin Rabbi ile râbıtasında büyük problemler var demektir.
Elimizi ve gönlümüzü, Rabbimize açacağız. O’nun sonsuz hazinelerinden dilediğimiz kadar isteyeceğiz. İstediğimiz her ne ise, Rabbimizden hayırlısını temennî edeceğiz. Rabbimizin nazarındaki kıymetimizi, O’na boyun eğerek, derin bir tefekkür ve tezekkürle kulluk ederek artırmaya gayret göstereceğiz. Tâ ki, Rabbimiz, bizi lûtfuyla kuşatsın, merhamet ve şefkatiyle mağfiret etsin. Rızâsına ve muhabbetine kavuştursun. Âmin.
DUÂMIZ:
Yâ Rabbi! Sen Latîfsin, Sen Gafûrsun, Sen Rahmânsın, Sen Rahîmsin. Bizleri mağfiretinle bağışla. Bizlere hisseden bir kalp ver. Basiretimizi aç. Bizlere gönül ferahlığı ve mânevî bolluk ihsân eyle. Kalplerimizi, sevmediğin insanlara meylettirme. Senin râzı olduğun insanlara muhabbetimizi artır. Râzı olacağın söz ve işleri sevdir ve bunları işlememizi kolaylaştır.
Yâ Rabbi! Bizlere helâl rızık ver. Evlerimizi Senin adının anıldığı mekânlar eyle. Çocuklarımızı Zâtına kul, Habib’ine gerçek bir ümmet eyle. Bizi sevdiklerinin arasına al. Cennetinde Cemâlullâh’ı nasip eyle. Âmin.
[1] D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s: 418.
YORUMLAR