Allah Rasulü’nün Bir Günü

Yatışı

Kur’ân-ı Kerîm’de uyku hakkında şöyle buyrulmuştur:

“Uykunuzu, sizin için bir rahat ve huzur vesîlesi kıldık. Onunla dinlenir ve ruhlarınız sizden ayrılmadan, şuursuz ölü gibi sükûnet bulursunuz.” (en-Nebe’, 9)

Kur’ân-ı Kerîm, insanın dış dünya ile irtibâtının tamamen kesildiği uykuyu “ölüm hâli”, uykudan uyanma durumunu da “yeniden diriliş” olarak vasıflandırır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“-Cennet ehli uyur mu?” diye sorulan soruya:

“-Uyku, ölümün ikiz kardeşidir; Cennet ehli ise ölmez!..” diye cevap vermiştir. (Beyhakî, Şuabü’l-Îman, IV, 183, nu: 4745)

Peki, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ne zaman ve ne kadar uyurdu? O’nun uykusu nasıldı?

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in getirdiği yaşayış düzeninde hayatı tanzim eden faktör, saat değil, güneştir. Güneş batsa bile mesâîyi sürdürme, güneş doğsa bile uykuya devam etme yoktur. O’nun uyku zamanı, yatsı namazından sonra ve sabah namazından önceki zaman dilimidir. Eğer geceleri, ihtiyacı karşılayacak kadar uyuyamamışsa ve imkân da varsa, öğle namazından sonra, en çok bir saat kadar “Kaylûle” (öğle uykusu) uyurdu.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- dâimâ sağ tarafına yatar, sağ elini yanağının altına koyardı. Yolculuk esnasında da sağ tarafı üzerine yatar, sağ kolunu da kendisine yastık yapardı. Eğer kısa süreli bir istirahat yapacaksa, sırt üstü uzanmayı tercih ederdi.

Abdullah ibni Mesud -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hasırın üzerine yatıp uyumuştu. Uyandığında hasır, vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. O sırada Hazret-i Ömer geldi ve:

“-Ey Allâh’ın Rasûlü!..” dedi. “Daha yumuşak bir yatak üzerinde yatsan ne olur?!”

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Benim dünya ile ne kadar alâkam var? Ben, bu dünyada, çok sıcak bir günde yolculuk ederken bir ağacın altında azıcık dinlenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim!..” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 301; Tirmîzî, Zühd, 44; İbn-i Mâce, Zühd, 3) 

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yüzükoyun yatmaktan hoşlanmaz, ashâbını bundan men ederdi ve bu hususta:

“Bu yatış tarzı, Allâh’ın sevmediği bir tarzdır.” buyururdu. (İbn-i Hanbel, IV, 388)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yatakları ise, bazen içi hurma yaprakları ile dolu bir deri, bazen ikiye katlanmış bir örtü, bazen hasır, bazen de alalâde bir yataktı. (Bkz: Buhârî, Rikak, 17; Müslim, Libâs, 37; Ebû Dâvud, Libas, 42) Kupkuru toprağa yattıkları da olurdu.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle buyurmuştur:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her gece, uyumak üzere yatağına girdiklerinde, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okur ve iki elini birleştirerek üfler, daha sonra da elleri ile vücutlarından ulaşabildiği yerleri sıvazlardı. Böylece ellerini önce başına, sonra yüzüne ve daha sonra da göğüs, kol, diz gibi vücudunun ön tarafında bulunan uzuvlarına sürerdi. Ve bu hareketi, üç defa tekrar ederdi.” (Buhârî, Fezâilu’l-Kur’ân, 14; Ebû Dâvud, Edeb, 98; Tirmîzî, Deavât, 21)

Hazret-i Enes -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yatağına girdiğinde şöyle duâ ederdi: «el- Hamdülilahi’llezî et’amenâ ve sekânâ ve kefânâ ve avânâ. Fe kem min men lâ kâfiye lehû ve lâ mü’viye» (Bizi yedirip içiren, bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan ve akşam olunca sığınacak bir yuva bahşeden Allâh’a hamd ü senâlar olsun. Nice yaratıklar vardır ki, Allah onların ne tam olarak ihtiyaçlarını karşılamış, ne de başlarını sokacakları bir yuva vermiştir. Şükürler olsun Rabbime!..)”

 

Sabah Uyanınca

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sabah uyandığında Cenâb-ı Hakk’a niyazla güne başlar ve şöyle duâ ederdi:

“Allâh’ım, Sen’in yardımınla sabaha kavuştuk; Sen’in yardımınla akşama kavuştuk. Sen’inle yaşarız seninle ölürüz. Diriliş (varış), ancak Sana’dır.” (Buhârî, Deavât, 7, 8; Müslim, Zikr, 59; Ebû Dâvud, Edeb, 97,98)

Başka bir rivâyete göre, Rasûlullâh Efendimiz sabaha ulaşan herkesin şu duâyı okumasını tavsiye buyurmuştur.

“Kim sabaha erdiği zaman: «Radıytü billâhi Rabben, ve bi’l-İslâmi dînen ve bi Muhammedin Rasûlen (Rab olarak Allâh’a, din olarak İslâm’a, Rasul olarak Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e râzı olduk)» derse, onu râzı etmek de Allah üzerine bir hak olmuştur.” (Ebû Dâvûd, no:1529; el-Hâkim, Müstedrek, I, 518)

Başka bir rivâyette de, sabahladığında:

“Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de sabaha erdi.” buyurmuş, sonra ellerini üç kere yıkamış ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Uykudan uyanınca sizden hiç kimse, üç sefer ellerini yıkamadıkça, elini bir kaba sokmasın. Çünkü o, ellerin geceyi vücudun neresinde geçirdiğini bilemez.” (Buhârî)

Bu rivâyeti nakledenlerden birisi de sabah kalkınca “burnunu üç defa temizlediğini” eklemiş ve bu hususta Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

“Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün. Zira şeytan burnunun içinde geceler.” (Buhârî)

 

Tuvalet Âdâbı

 Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tuvalete girerken:

“Allâh’ım!.. Pislikten ve habîs yaratıklardan Sana sığınırım.” derdi.

Sonra da tuvâletten:

“Bana zarar veren şeyleri benden gideren Allâh’a hamdolsun!..” diyerek çıkardı. (Buhârî)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tuvalete girerken mübarek başlarını örterek içeriye girerdi. (Râmuzu’l-ehâdîs)

Tuvalet sırasında konuşmayı ve selâmlaşmayı men etmişti. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tuvalette iken biri ona selâm verdi. Ancak, Allah Rasûlü, onun selâmını almadı. Sonra o adama, «Ben temiz değilken Allâh’ı zikretmeyi uygun bulmadım!..» diyerek özür beyân etti.” (Müslim, Ebû Dâvud)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Tuvalete gittiğiniz zaman, kıbleye ne önünüzü, ne de arkanızı dönün. Yüzünüzü doğuya ve batıya döndürün.” (Buhârî)

“Bir kimse tuvalette iken kıbleye önüne ve arkasını dönmezse, ona bir sevap yazılır ve bir günahı silinir.” (Taberânî)

 

Yürüyüş Tarzı

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yürürken ayaklarını sürümez, adımlarını atarken yerden sertçe kaldırırdı. Hareket hâlinde iken sağa sola bakmak, âdeti değildi. İnişli yokuşlu, engebeli bir arazide yürürcesine hafifçe önüne eğilirdi. Dimdik durup göğsünü kabartarak yürümediği gibi, koşar adımla da yürümezdi. Fakat Allâh’ın lûtfu olarak, uzun mesafeleri kısa zamanda katederdi.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yürüyüş tarzına ayrı bir ehemmiyet verir, yürüyüşün kıyafete, kıyafetin de insan karakteri üstündeki tesirine sık sık temas ederdi. Nitekim kocasının ok ve yay çantasını sırtına alıp erkek yürüyüşü ile yanından geçen bir kadını görünce:

“Kendisini erkeklere benzeten kadınla, kadınlara benzeyen erkekler bizden değildir.” veya “(Böylelerine) Allah lânet etmiştir.” (Bkz: Buhârî, Libâs, 61) buyurarak bu durumu hoş karşılamadığını göstermiştir.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- buyuruyor:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den daha hızlı yürüyen birisini görmedim. Yürürken, âdeta yeryüzü ayakları altında dürülürdü. Bizler, arkasından giderken, geri kalmamak için büyük çaba harcardık.”

Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- şöyle der:

“Rasûlullah Efendimiz, yürürken âdeta yokuş aşağı inercesine, ayaklarını sertçe kaldırırdı.”

Başka bir defasında, yine Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- şöyle buyurmuştur:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yolda, kibirli bir edâ ile göğüs kabartarak ve sağına soluna sallanarak değil, bir yokuştan iner gibi hafifçe önlerine eğilerek yürürdü.”

 

Oturuş Tarzı

Kayle binti Mahreme -radıyallâhu anhâ- Peygamber Efendimiz’i ilk görüşünü şöyle anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, sonsuz bir mahviyet ve tevâzû içerisinde otururken görünce, (O’nun mânevî) heybetinden vücudum titremeye başladı.”

Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mescid-i Şerîf’te oturdukları zaman, iki eliyle “ihtibâ” ederdi.”

(İhtibâ; oturup dizlerini karnına çekmek demektir. Peygamber Efendimiz, dayanacak bir nesne olmadığı zaman veya bir şeye dayanma ihtiyacı duyduklarında bu şekilde dizlerini karnına çeker ve bellerinden doladıkları bir kemer veya kuşakla, dizlerinin altından bağlardı. Bu, onları düşmekten korur ve bir nevî duvar vazifesi görürdü.)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bazen de bağdaş kurarak otururdu. Şöyle rivâyet edilmiştir:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sabah namazını kıldırdıktan sonra, güneş iyice doğuncaya kadar, bağdaş kurarak otururdu.” (Ebû Dâvûd, VI, 363, nu: 4850)

 

Yemek Yeme Tarzı

Ashâb-ı kirâmdan Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Rabbim, benim için, Mekke vâdisini tamamen altına çevirebileceğini teklif etmişti. Buna karşılık,

«-Hayır, yâ Rabbi!..» dedim. «Ben, yerine göre tok, yerine göre de aç durabilirim. Acıktığım zaman Sana yalvarır ve Sen’i hatırlarım; doyduğum zaman da Sana şükreder ve niyazda bulunurum.»”

* * *

Hazret-i Âişe Annemiz şöyle demiştir:

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana buyurmuştu ki:

«-Ey Âişe, eğer ben istesem, altın dağları, arkamdan benimle birlikte yürür gelir. Nitekim bir melek bana gelerek:

“-Rabbinin Sana selâmı var. «Hükümdar peygamber olarak mı, yoksa kul peygamber olarak mı yaşamak istersin?» diye soruyor.” dedi.

Melek’in yanında bulunan Cebrâil, bana, mütevâzı olmayı tercih etmemi işaret etti. Ben de kul peygamber olarak yaşamak istediğimi söyledim.»

Hazret-i Âişe Annemiz, bu hadîsin devamında der ki:

“Bu hâdiseden sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir daha bağdaş kurup sofraya iyice yerleşerek yemek yemedi ve şöyle buyurdu:

“Ben, sıradan bir insanın yediği gibi yer ve sıradan bir kulun oturduğu gibi otururum.”

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- günde iki öğün yemek yerdi. O’nun üç öğün yemek yediğine dâir bir kayda rastlanmamıştır. Öğünlerinde genellikle hurma yemiş, bulduğu zaman da süt içmişti. Kalabalıkla yemek yemekten çok hoşlanırdı. Yemeği yere diz çöküp besmele ile yerdi. Bu hususta:

“-Ben kulum, kul gibi yer içerim.” buyururdu.

Akşam yemeğine çok ehemmiyet verir ve bu öğünün ihmal edilmemesi gerektiğini ifade ederek:

“Bir avuç hurma ile de olsa, akşam yemeklerinden vazgeçmeyiniz. Zira akşam öğünün ihmali, insanı ihtiyarlatır, bünyeyi yıpratır.” buyururdu. (Tirmizî, IV, 287, nu:1856; İbn-i Mâce, II, 1113)

Abdullah ibni Abbas -radıyallâhu anhümâ- şöyle anlatıyor:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birbiri ardından birkaç gün yemek yemeden aç yatıp uyurdu. Âilesi de akşam yemeği bulamazdı. Çoğu zaman arpa ekmeği yerlerdi.” (Tirmîzî, Zühd, 38; İbn-i Mâce, Et’ime, 49)

Hazret-i Âişe Annemiz de şöyle demiştir:

“Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve âilesi, O’nun Medine’ye geldiği günden vefât ettiği âna kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Buhârî, Et’ime, 1; Müslim, Zühd, 20; Nesâî, Dahâyâ, 37)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ümmetine yemek yerken dengeli olmayı tavsiye buyurmuştur.

“İnsanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmuş değildir. Esâsen insanoğluna, belini doğrultacak kadar, birkaç lokmacık yeterlidir. Yok, illâ daha fazla yemesi gerekirse, o takdirde, midesinin üçte birini yemekle, üçte birini içecekle doldursun; üçte birini de nefes payı olarak boş bıraksın.”

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Rasûlullâh Efendimiz, vefatına kadar yüksek sofra üzerinde yemek yemediği gibi, has undan yapılmış yufka ekmek de yememiştir.”

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sıcak yemeği tasvip etmezler ve:

“Sıcak yemekte bereket yoktur. Allah Teâlâ bize ateş yedirmez. Öyle ise, yemeği soğutun.” buyururdu.

* * *

Rasûlullâh Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yemeği eliyle ve üç parmakla, nâdiren dördüncüyü de yardımcı olarak kullanmak sûretiyle ve dâimâ önünden yerdi.

* * *

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- der ki:

“Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir yemeği kât’iyyen seçmezdi. Önüne konan yemeği, eğer iştahı varsa yer, iştahı yoksa yemezdi.” (Buhârî, Menâkıb, 23; Müslim, Eşribe, 187; Ebû Dâvud, Et’ime, 13)

* * *

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“İnsanın, canının çektiği her şeyi yemeye kalkışması israftan sayılır.” (İbn-i Mâce, II, 1112, nu: 3552)

 

Sevdiği Yiyecekler

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün, Hazret-i Âişe Annemizin hânesinde iken:

“-Yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hazret-i Âişe Annemiz de:

“-Ekmek, hurma ve sirke…” deyince, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Sirke ne güzel katıktır. Yâ Rabbi, sirkeyi mübârek kıl. Zira o, benden önceki peygamberlerin katığı idi. Sirke bulunan ev, muhtaç duruma düşmez!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce)

* * *

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- eti ve etli yemekleri sever ve:

“-Et, dünya ve cennet ehli yemeklerinin şâhıdır.” buyururdu.

* * *

“Et yerken başını ete doğru eğmez, eti ağzına yaklaştırıp dişleri ile ısırıp yerlerdi. Koyun bacak ve butlarından hoşlanırdı. Yemekleri parmakları ile sıyırır ve «Yemeğin sonu daha bereketlidir.» buyururdu. (İhyâ, II, 371; Beyhakî’den)

* * *

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Kabak yemeği, Peygamber Efendimiz’in çok hoşuna giderdi. Her ne zaman bir kabak yemeği getirseler ya da kabakla yapılmış bir yemeğe dâvet etseler, kabağı sevdiklerini bildiğim için tabakta bulunan yemek içinden kabakları seçer ve Peygamber Efendimiz’in önlerine koyardım.”

Başka bir hadîs-i şerîf de şöyledir:

“Peygamberimiz kabağı sever, onun hakkında «O, kardeşim Yûnus’un sebzesidir.» buyururdu.

* * *

 “Avlanan kuş etini yer, fakat kendisi avlanmazdı.” (İhyâ, II, 369; İbn-i Mâce, Et’ime, 62)

* * *

Âişe Vâlidemizin anlattığına göre, Peygamber Efendimiz, helva ile balı severdi.

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- da, “Peygamber Efendimiz’in tencerenin dibinde kalan yemeği sevdiğini” söylemiştir.

 

Sofra Âdâbı

Bir grup insan, Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“-Yâ Rasûlâllah! Biz yiyoruz, yiyoruz, fakat bir türlü doyamıyoruz!” dediler.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Herhalde parça parça dağınık yiyorsunuz!” deyince, “Evet” karşılığını verdiler. Neticede Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-O hâlde sofraya topluca oturun ve Besmele çekerek başlayın. Göreceksiniz ki, Allah, yemeğinizin bereketini artıracaktır.” (İbn-i Mâce, II, 1093, nu: 3286)

* * *

Başka bir hadîs-i şerifte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Sofra konduğu zaman hiç kimse, sofra kaldırılıncaya kadar kalkmasın ve karnı doysa bile sofrada bulunanları mahcub etmemek için herkes doyuncaya kadar elini sofradan çekmesin.” (İbn-i Mâce, II, 1096, nu 3295)

* * *

Hanım sahabîlerden Esmâ binti Yezid -radıyallâhu anhâ- anlatıyor:

“Rasûlullah Efendimiz’in hâne-i saâdetlerinde bulunduğumuz sırada bir sofra hazırlanmıştı. Sofraya bizler de dâvet edildiğimizde:

“-İştahımız yok, karnımız tok!..” dedik.

Biz böyle deyince, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“-Açlıkla yalanın ikisini bir yerde birleştirmeyiniz!” buyurdu. (İbn-i Mâce, II, 1097, nu: 3298)

* * *

Ömer bin Seleme -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Ben, Rasûlullah Efendimiz’in himâyesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken, elim tabağının her yanına gider gelirdi. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana şöyle buyurdu:

«-Yavrucuğum, besmele çek, yemeği sağ elinle ve dâima kendi önünden al!»

O günden sonra, buyurduğu gibi yemek yedim.” (Buhârî, Et’ime, 2; Müslim, Eşribe, 108)

* * *

Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Peygamber Efendimiz, yemeği yeyip sofradan kalkınca:

“Elhamdülillâhillezî et’amenâ ve sekânâ ve cealenâ minel müslimîn” yani “Bizi yedirip içiren ve müslümanlar zümresinden kılan Allâh’a hamd olsun!” diyerek duâ ederdi.

* * *

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- rivâyet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz; “Yemek yeyip su içtikten sonra bunlara hamd eden kulundan Allah râzı olur.” buyurmuştur.

 

Temizlik

Daha önceki dinlerde, yemekten önce el yıkama âdeti yoktu. Yemekten önce el yıkama âdetini ilk defa Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ihdâs etmiştir. Zira namaz için abdest neyse, yemek için de el yıkamak odur. Yemekten önce el yıkamak, yemeğin abdesti durumundadır. Hadîs-i şerifte şöyle buyrulur:

“Elindeki yemek bulaşığını yıkamadan yatan kimse, şayet gece başına bir musîbet gelirse, bu durumda kabahati başkasında değil, bizzat kendisinde arasın.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, sh: 419, no: 1219-1220)

* * *

İbn-i Sa’d ve Tirmîzî’nin verdiği bilgiye göre, Peygamber Efendimiz’in bir mendili (peşkiri) vardı. Abdest aldığı veya elini yıkadığı zaman onunla kurulanırdı. (İbn-i Sa’d, Tabakât, I, 462; Tirmîzî, Sünen, I, 74-77, no: 53-54)

* * *

Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“-Yemekten sonra elleri yıkamanın, yemeğinin bereketin artmasına sebep olduğunu Tevrat’ta okumuştum. Bu bilgimi Peygamber Efendimiz’e duyurup haber verdiğimde:

«Yemeğin bereketi, hem yemekten önce, hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.» buyurdular.”

PAYLAŞ:                

Rukiyye Gönüllü

Rukiyye Gönüllü

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle