Ay yüzlüm apaçık sözlüm Rûhum(uz) sana hayran…
Bir arkadaşım şöyle bir soru sordu:
“-Neden Allah Teâlâ Rasûlallâh’a bu kadar değer veriyor?”
Hiç böyle bir soru sorulacağı aklıma gelmemişti, ama bu bana cevabı zorlaştırmadı. Hatta deriz ya hani:
“-Allah söyletti.”
İşte Allah’ın söylettiği o cevabım:
Düşünün annelerin ayakları altına cenneti serdiren kıymet nerede gizlidir? Bütün kirine, tiksinmelere rağmen topraktan kopamayışımız ve ona verdiğimiz kıymet, renginde mi, şeklinde mi? Hayvanları avını parçalarken mi severiz, yavrularını himaye edip birbirlerini gözetirken mi severiz?
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şöyle bir tespitte bulunmuş:
“Bin bir zahmetlerle ürettiği balı, insanlara tümüyle ikram ettiği için arının mekânı çiçekler, kendinden 40 kat kırıntıları taşıyıp ihtiyacından fazlasını yuvasına biriktirerek cimrilik yapan karıncanın mekânı da ayakların altı olarak tâyin edilmiştir.”
Tabiî bunlar, bir hocamın da dediği gibi, sevk-i ilâhî! Arı da, karınca da o işleri düşünerek yapmıyor. Ama biz ibret alalım, tefekkür edip zikre koyulalım diye yarattı, Hakk Teâlâ âlemi! Öyleyse düşünelim, bütün bu saydıklarımızın ve daha sayamadığımız nice misallerin kıymetleri nerede? Biz, en çok kimlere ve hangi manzaralara hayranız? Hepsi de fedâkârlık ve muhabbet tecellîlerinde görülüyor değil mi?
Hayvanat, nebâtât (bitkiler) ve cemâdât (cansızlar), kendisini insana emr-i ilâhî gereği fedâ ettiği için kıymet kazanır, insan nazarında! Annenin fârikası (ayırıcı özelliği) fedakârlığında, sevgisinde… Toprağın değeri, bütün çapalara, ezilmelerine rağmen meyve vermesinde, çiçekleriyle gülümseyişinde… Hayvanın güzelliği yavrularını himâyesinde, merhametle sevmesinde. Arının kıymeti diğergâmlığında, çiçeğe muhabbetinde…
Hocamın anlattığı bir hâdise çok etkilemişti gönlümü. Bâyezid-i Bistâmî Hazretlerine rüyasında zamanın kutbunu gösteriyorlar. Merak edip bu hâli nasıl kazandığını öğrenmek için Bistâmî Hazretleri, o velî kulu bulmak için yanına gidiyor. Bakıyor, ateşin önünde bir demirci… Bir yandan demir dövüyor, bir yandan yüreği dağlanırcasına ağlıyor. Bâyezid-i Bistâmî Hazretlerini fark edince ona hürmet gösteriyor, tâzimde bulunuyor. Anlıyor ki, Bâyezid Hazretleri o veli kul, kendine verilen makamın farkında değil. Soruyor Bayezid Hazretleri:
“-Neden ağlıyorsun bu denli acı acı?!..” diyerek!
Cevap her şeyi açıklarcasına geliyor:
“-Düşünüyorum, bu ateş cehennem ateşinin soğutulmuş hâli olduğu hâlde demiri eritirken, bu insanlar cehennem ateşine nasıl dayanacaklar!..”
Ve Bâyezid Hazretleri:
“-Anladım ki, bu dîn, bu hâl, “nefsî, nefsî” diyenlerin (sadece kendini düşünenlerin) işi değil!..” buyuruyor.
Yine Hazret-i Ebû Bekr’i -radıyallâhu anh- bütün müminlerin ve sahâbenin üzerine çıkaran, Peygamber Efendimize duyduğu muhabbeti ve bu muhabbetin neticesinde fedakârlığı değil miydi?
Bu in’ikâslar, Cenâb-ı Hak katında bu kadar kıymet kazanırken, bu in’ikâsın kaynağı nasıl kıymet kazanmasın?
Ümmetine “en güzel bir örnek” (el-Ahzâb, 21) olsun diye, her insanın başına ayrı ayrı gelebilecek imtihanları, Hak Teâlâ, öncelikle Habîbine yaşattı. En sevdiğine en büyük musîbetleri yağdırdığı hâlde, musîbeti Rabbinden hediye gibi karşılayan o güzeller güzeli Kâinâtın Efendisi herhangi bir insan gibi mi olacaktı Rabbinin yanında?!..
Düşünün doğmadan evvel babanızı, 6 yaşına kavuştuktan 4-5 ay sonra annenizi kaybetmiş olsanız, bir ömür nasıl hissederdiniz kendinizi?
Ayrıca neredeyse bütün çocuklarınızı mezara siz koysanız; en sevdiğiniz hayat arkadaşınızı, ona en çok ihtiyacınız olduğu anda kaybetseniz ve toprağını siz örtseniz…
Sizi en çok sevip koruyan amcanız, şehâdet cümleleriyle ölememiş olsa, nasıl bir mâtemin içine gömülürdünüz?
En yakın arkadaşınız, bir trafik kazasında yanınızda ölse Efendimizin Musab’ın şehâdetine sabrettiği gibi sabredebilir misiniz?
Ya da amcanızın ciğerini dişleyen bir insana, “Bugün sana af var.” diyebilir miydiniz merhametle?
Dahası bunların hepsini birden yaşadığınızı düşünün!..
Bizim için bu imtihanlardan sadece biri bile neredeyse bir kâbus hâlini alıyor. Hâlbuki Efendimiz tebessümünü yitirmeden, sadece gözünden dökülen yaşlarla Rabbine bir yol yaparak karşılardı.
Bu hâlde, “Habibim” iltifâtı ne kadar da yakışıyor değil mi Allah’ın Rasûlüne!
Ebu Leheb’in bile, doğumuna sevindiği için kabrinde rahatlamasına vesîle olan Habib-i Kibriya Efendimiz, bütün insanlığa fedâ etti ömrünü, cânını, varlığını!
Evinize her gün misafir gelse, adım adım izlenseniz her ân, ne kadar rahat olabilirdiniz ki!.. Ama O, hiç rahatsız olmadı kendisini bir gölge sadâkatiyle izleyen ashabından, hiç rahatsız olmadı mübârek varlığıyla, her ân birlikte olmak isteyen dostlarından! Bir gün de “Dinleneyim!..” demedi.
Fedâ etti her ânını, en güzel ve lâtif şekilde yaşanmış bir hayatı hediye etti biz ümmetine!.
Ve bugün birtakım gâfiller, bu fedakârlığı göz ardı edip -hâşâ-:
“-O bir postacıydı, sıradan bir insandı; yaşadıkları bizi bağlamaz!..” diyebiliyorlar.
İnsanın söylerken dili-yüreği titriyor. Kendini, özlemini çektiği kardeşlerine, içlerinde yaşadığı dostlarına fedâ eden o pâk, temiz, mücellâ Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, tabiî ki bütün dünyadan ve içindeki herkesten, her şeyden daha değerlidir.
Fedakârlığınızın ölçüsü neyse, değerimizin ölçüsü de odur. Altın ağırlığınca kıymet kazanır. Kalbinizde, kaç insanın derdini-ağırlığını çekiyorsanız, sizin de cevheriniz o kıymeti gösterir. Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, gelmiş-geçmiş bütün insanlığın derdini taşıdı yüreğinde ve düşmanlarının bile kurtuluşuna bir vesîle olmak için çırpındı bir ömür!..
Elbette ki, kâinat O’nun hürmetine yaratılır ve tabiî ki uğruna kendini fedâ ettiği müslim, gayr-i müslim bütün insanlık O’nun uğruna var edilir.
Çünkü O, insanlar için var oldu. Öyleyse insanlar da O’nun için var olmalı değil mi? Zarf-mazruf misâli; O hem bizim özümüz, hem bizim mahfazamız!..
Yâ Rab! Sadece senin rızân ve muhabbetinle bütün hayatını ümmetine hediye eden Efendimize, bizim de ömrümüzü hediye edebilmemizi nasîb eyle!.. Ve o vuslat âleminde, O’nun kurtuluş halkasının bir ucuna tutunabilmeyi cümlemize lutfeyle! Âmin.
Hûri SEZEN
YORUMLAR