İlâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranışlar olarak ifade edilen “günah”, Farsça bir kelime olup “suç” mânâsına gelmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- günâhı, hadîs-i şerîflerinde söyle tarif etmektedir:
“(Günah), kalbini tırmalayıp duran ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim, Birr, 14, 15)
Yaratan’a karşı olan bağlılığımız, ahlâkî yapımız, iyiyi kötüden ayırt etme yeteneğimiz, inancımızla yakından ilgilidir. Allah, insanı tercihleri konusunda hür bırakmıştır. Hayra da şerre de meyilli olan insanın kötülük meylinin sebebi nefsidir. Kötü olanın tercih edilmesi Allâh’ın o konudaki emrinin reddedilmesidir. Bunun kaynağı olan nefis, “…insana devamlı kötülüğü emreder...” (Yûsuf, 53)
İnsana şah damarından bile daha yakın olan Cenâb-ı Hak; onun içinden geçen her türlü düşünceyi ve en gizli hisleri bile bilmektedir. Sürekli fısıldayan nefsi ile insan, zehirli duygulara çok çabuk kapılmakta ve âhireti unuttuğu anda da günâha kapı aralamaktadır. Bu sebeple Allah ile olan beraberliği her dâim diri tutmak ve şuurlu bir şekilde nefisle mücadele etmek gerekir. Bu durum, zayıf yaratılıştaki insanın, hırslarına karşı koyabilme gücünü ziyadeleştirir.
Mevlânâ Hazretleri bu yakınlığı şöyle anlatır:
“Benimle değil, ama bendedir Sevgili!
Sevgi hakkında pek şaşırtıcı, bu belli!”
Allah ile olan beraberliği sağlayabilmek, anlayabilmek; kul O’nun zikrinden gafil oldukça mümkün görünmemektedir. Dâimâ ilâhî murâkabe altında, nefsini bir mercek altında tutan kul bilir ki; iki yanında bütün davranış ve fiillerini kayıt altında tutan, iki gözleyici melek vardır. Bu idrâk ile kul; pervâsızca hareket etmekten, arzu ve hevesine kapılarak günaha sürüklenmekten kendini alıkoyar. Allah ile yakınlık, kulu; nefsinin fısıltılarına, şeytanın vesveselerine karşı korur ve âhireti unutmasına fırsat vermez.
Âhireti unutmak, ölüm gerçeğine sırt çevirmekle başlar. Böyle gâfil bir kul, ölümü kesinlikle istemez, sonsuz bir hayatı varmış gibi yaşar. Hevâ ve hevesine kapılmış, Allâh’ı unutmuş, O’nun rızâsına uygun olmayan bir dünyanın peşine düşmüştür. Bu hâldeki kul yönünü şaşırır. Başka bir ifadeyle, kimse Allâh’ı zikrederek günaha yaklaşmaz.
Allah ise, kulunun böyle gâfilâne bir hayat içinde olmasını aslâ istemez. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ kıskanır. Allâh’ın kıskanması, mü’min kulunun onun haram kıldığı şeyi işlemesi sebebiyledir.” (Buhârî, Nikâh, 107)
Kulun günahlarından kurtulup temizlenmesi için bazı belâ ve musibetler verir Rabbü’l-Âlemîn… Basîretli kimseler, bir kulun başına gelen dünyevî felâketleri görünce, “Kulun bu hâli, gayret-i ilâhiyyeye dokundu!” diye ifade ederler.
Âyet-i kerîmede kulun günah ve isyan bataklığındaki hâline Yüce Mevlâ’mızın rızâ göstermeyeceği şöyle beyan edilir:
“Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne râzı olmaz.” (ez-Zümer, 7)
Allah Teâlâ, emrine aykırı yaptığımız işlerden râzı olmaz. Günahlar, O’nun rızâsının olmadığı fiillerdir. Bunun için Rabbimiz kullarının çirkin işleri bırakın yapmasını, onlara yaklaşmalarını bile uygun görmemiştir. Âyet-i kerîmede:
“Zinâya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.” (el-İsrâ, 32) buyrularak fuhşiyâta götüren her türlü yoldan kaçınmamız emredilmiştir.
Fert ve toplum olarak temiz kalmamızı arzu eden Âlemlerin Rabbi, kulunun tutum ve davranışlarında kötü yoldan ve hayasızlıktan korunmasını istemiştir.
Sonsuz rahmet ve merhamet sahibi Rabbimiz’in râzı olmayacağı işlerde ısrar, O’nun merhametini değil, gazabını davet etmektir. Günah işleyip tevbe etmeyenlere Allâh’ın azâbı er-geç ulaşır.
Yüce Rabbimiz, günahlar karşısında vereceği cezayı önceden haber vererek bizi günahlardan muhafaza etmeye çalışmaktadır. İsyan ve günâha müptelâ olmak, Allâh’ın şân-ı ulûhiyyetine bir zarar vermez. Bunun bedelini, kul kendisi öder. Rabbimiz, bütün kullarından ve onların yaptıklarından müstağnîdir.
Hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:
“Ey kullarım! Sizin başınız, sonunuz, insanlarınız, cinleriniz; en takvâ sahibi bir kimsenin kalbi gibi olsa, bu benim mülküme bir şey katmaz. Ey kullarım! Sizin başınız, sonunuz, insanlarınız ve cinleriniz; en günahkâr bir kimsenin kalbi gibi olsa, bu da benim mülkümden bir şey eksiltmez!” (Müslim, Birr, 55)
Cenâb-ı Hak, kulunu günahlardan, her varlıktan daha çok kıskanmaktadır. Bu sebeple kötülüğün açığını da gizlisini de yasaklamaktadır. Çünkü kul, günâha dalınca sadece kendi şeref ve haysiyetinden kaybeder. İnsanlar bunu bilse de bilmese de…
Günah ve isyanın bir de rızık boyutu vardır. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur:
“Kişi işlediği günah sebebiyle, rızkından mahrum kalır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 277, 280, 282)
Rabbim cümlemizi, takvâya bürünerek günahlardan sakınan, ihlâs ve muhabbetle sâlih ameller işleyen, tevbe ve istiğfâr ile gönüllerini arındıran temiz kullarından eylesin. Âmîn!..
YORUMLAR