Ey bu hayatın şanslı yolcuları, mukaddes yolculuk yaklaşırken eminim heyecanınız da artıyor. Haklısınız, bu sıradan bir yolculuk değil!.. Bu, Âlemlerin Efendisi’ne yolculuk. Bu, gönüllerin sultanına yolculuk… Bu, görmeden inandığımız, gönlümüzün en güzel yerine yerleştirdiğimiz, hasreti ve heyecanı hiç bitmeyecek; izinde yürüdüğümüzde bizi cennete götürecek, ismini andığımızda kalbimize huzur ve heyecan verecek, kurtuluş umudumuz ve en büyük şefaatçimiz, sultanlar sultanı Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e...
Ey hacılar!.. Sizden isteğim, o mübarek yerlere giderken bedenimi değilse de ruhumu alıp götürmeniz... Efendimizin huzuruna vardığınızda beni de orada hatırlayın. Hemen yanınızda oturuyor, Âlemlerin Sultanın huzurunda diz çökmüş yalvarıyorum:
“-Efendim, sizi çok özledim; gelmek istedim, gelemedim. Eğer sen lutfedersen gelebilirim. Şayet huzuruna kabul buyurursan, genç yaşımda sizi ziyaret etmek istiyorum. Efendim, bu günahkâr ümmetin, dünyada da, ahirette de senden ayrılmak istemiyor. Mahşerde senin liva-i hamd sancağının altında olmayı diliyor. Onu yanına kabul buyurur musun?”
Ey hacı kardeşlerim; mübârek Kâbe-i Muazzama’ya geldiğinizde, yine yanınızda yer açın bu kardeşinize… Kâbe’yi doya doya seyrederken; onun yanındaki tavaf seline kapılırken biriniz de beni kolumdan çekiversin, bu rahmet denizine… Her bir dönüşle biraz daha yaklaşayım Rabbime… Biraz da melekât âlemi ile birbirimize girelim; birleşelim, aynîleşelim.
Siz, Mekke’de ziyaret mekânlarını gezerken, Sevr Mağarası’na ben de çıkayım sizlerle… Orada ikinin ikincisini, Peygamber Efendimiz ile Hazret-i Ebûbekir’i hatırlayalım. O sırlı mağarada, üç gün kalan, üçüncüleri Allah olan iki dost… Nasıl bir vecd, nasıl bir istiğrak, nasıl bir muhabbet ve nasıl bir teslimiyet yaşamışlarsa… Biz de gönül küpümüzü, onların devam eden bu feyz ve rahmet yağmurundan dolduralım.
Safa ile Merve’nin arasına geldiğinizde, orada iki tepe arasında, Hacer Vâlidemizin Hazret-i İsmail’e su bulmak için çaresizce koşarken Rabbimizin onlara yardım ettiğini hatırlayalım. Sonra biz, mahşer yerinde sağa-sola çaresiz biz şekilde kaçışırken Rabbimizin rahmetinin bize yetişeceğini ve bizi mağfiret zemzemi ile yıkayacağını umut edelim. Ne olur! Beni de alın Safa ile Merve arasındaki sa’yinize…
Şeytan taşlamaya geldiğinizde, içinizdeki şeytanlara ve nefislere taş atarken bir taş da benim zâlim nefsime atın, ne olur!..
Hira Mağarası’na geldiğinizde, Kâinatın Sultanını orada görün. Cebrail -aleyhisselâm-’la ilk buluşmaları gibi, sanki size ve bize Kur’ân indirilmeye başlıyormuş gibi… O Nûr Dağı’ndan inerken vahyin ağırlığını ve lezzetini taşıyormuş gibi… Onunla hayatınızı aydınlatmaya, insanları diriltmeye gidiyormuş gibi… Cebrail -aleyhisselâm-’ın bizi de sallayıp kendimize getirdiğini düşünür gibi…
Kurban kesilirken bu azgın nefsimi ve onun bitmek bilmez süflî isteklerini de Hak yoluna kurban edin.
Ve Arafat Dağı… O mübârek dağa çıktığınızda, günahların affolunduğu, duâların kabul olunduğu, gözyaşlarının sel olup aktığı o dağda beni de unutmayın. Benim günahlarım için de bir damlacık olsun gözyaşı dökün. Efendimizin “ümmetî ümmetî” buyurduğu gibi bu mü’min kardeşinizi de gıyabında yâd edin.
Mübârek hacı kardeşlerim; Rabbim, haccınızı mebrur eylesin, hayatınıza yeni bir sayfa ile başlamaya ve onu bir daha hiç kirletmemeye muvaffak kılsın. Rabbimizin rızâsı, Peygamber Efendimizin şefaati, sizlerin de üzerine olsun. Âmin.
YORUMLAR