Namaz, kulun Âlemlerin Rabbi ile yapmış olduğu hasbihal ve duâdır. Allah dostları bu hasbihâl ve duayı uzun uzun yaparlardı.
Basralı Muaze Adeviyye her gün altı yüz rekât namaz kılardı. Geceleri sabaha kadar namaz kılar, uyku bastırıp üzerine bir ağırlık çökünce açılmak için bir miktar gezinir ve kendi kendine şöyle seslenirdi:
“-Ey nefis! İşte uyku, önünde hazır bekliyor; eğer onu tercih edip uyursan bil ki, kabirde zaten uykuya dalacaksın. Ancak bu uyku, ya bir hasret ve nedamet uykusu ya da rahmete mazhar olmanın getirdiği sürûr uykusu olacaktır.”[1]
Ebû Muhammed el-Cerîrî, bir gün Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri’ni ziyarete gitmişti. Vardığında namaza durmuş olduğunu görünce beklemeye başladı. Cüneyd-i Bağdâdî uzun bir süre sonra selam verince, Ebû Muhammed kendisine:
“-Artık yaşlandın. Bedenin eskisi kadar güçlü değil. Namaz kılarken kendini bu kadar zorlamasan…” dedi. Cüneyd-i Bağdadî:
“-Biz bu yolla Allâh’ı bulduk. Bu yolda gevşek davranmak bize yakışmaz. Nefse ne yüklersen onu taşır. Namaz, Allah ile kul arasındaki irtibatı sağlar. Secde Allâh’a yaklaştırır. Her kim Allâh’a yaklaştıran yolu terk ederse, her an O’ndan uzaklaştıran yola girebilir.” dedi.[2]
Kâ‘b el-Ahbar -rahmetullâhi aleyh-:
“-Eğer herhangi biriniz iki rekâtlık namazın sevabını müşahhas olarak görebilse, onun sıra dağlardan daha ulu olduğunu anlardı. Farz namazın sevabı ise, hakkında söylenebilecek her sözden daha büyüktür.” derdi.[3]
Abdullah bin İdris’in naklettiğine göre, Mâlik bin Miğvele, bir namaz esnasında tekbir getireceği zaman:
“-Daha kılacak kaç rekâtın var?” diye soruldu. O da:
“-Yarısı kaldı, iki yüz elli rekât.” diye cevap verdi.[4]
Nadr bin İsmail’in naklettiğine göre, Abdurrahman bin Esved günde yedi yüz rekat namaz kılardı, buna rağmen âilesinde en az amel eden biri olarak bilinirdi. Kendisi bir deri bir kemik kalmıştı. Esved âilesi, “cennet ehli” diye adlandırılırdı.[5]
Namazı ve cemaati kaçırmak şöyle dursun, ondan bir an geri kalıp geç kalmak dahî kendilerini cezalandırmak için yeterli sebepti.
Meymûn bin Mihran anlatıyor:
Ömer bin Abdülaziz bir gün saçlarını yağlayıp taramakla meşgul olurken cemaati kaçırdı ve öğle namazını tek başına kılmak zorunda kaldı. Bu, onun babasına şikâyet edilmesi için yeterli bir suç kabul edilerek durumu Mısır valisi olan babası Abdülaziz’e bildirildi. Abdülaziz bunu duyunca derhal adam gönderdi. Gönderilen şahıs, Ömer’in saçlarını kökten keserek cemaate geç kalmasına sebep olan engeli kaldırdı.[6]
Allah dostları, namazda okumuş oldukları sûre ve tesbihlere vukûfiyetlerinden dolayı dünya ile irtibatları kesilirdi.
Halef bin Eyyûb’a:
“-Sinekler sana eziyet vermiyor mu, niçin elin ile onları kaçırmıyorsun?” diye sorduklarında:
“-Ben namazımı ifsâd edecek bir harekette bulunmam.” diye cevap vermiştir.
“-Peki, bunların eziyetine nasıl tahammül ediyorsun?” diye sorduklarında da:
“-Padişahların kırbaç cezasına çarpılan fena adamlar, o kamçılara nasıl tahammül eder; hiç ses çıkarmaz ve bununla övünürlermiş. Ya ben Rabbimin huzûrunda dururken bir sinekten dolayı çırpınayım mı?” demiştir.[7]
Amr bin Utbe’nin âzatlı kölesi der ki:
Bir gün sıcak bir saatte uyandık. Amr bin Utbe’yi aradık. Onu bir dağda secde hâlinde gördük. Bir bulut da onu gölgeliyordu. Beraber gazvelere çıkardık. Çok namaz kıldığı için onu bekleyemezdik. Bir gece o namaz kılarken aslan sesi işittik. Hepimiz kaçtık o namazı terk etmedi. Ona:
“-Aslandan korkmuyor musun?” dediğimizde:
“-Ben Allah’tan başkasından korkmaktan hayâ ederim.” dedi.[8]
Sâbit ez-Zâhid naklediyor:
“İmâm Ebû Hanîfe -rahmetullâhi aleyh-’i izledim. Sabah namazından sonra ilim meclisine oturur, ikindiye kadar bu hâl üzere devam ederdi. İkindiden sonra akşama, akşamdan da yatsıya kadar vaktin namazını kıldıktan sonra hemen ilim dağıttığı yere gelir, ders vermeye devam ederdi. Kendi kendime; «İmam ne zaman ibadet edecek?» diyordum. Onu geceleyin de takip etmeye karar verdim. Yatsıyı kıldıktan sonra evine girdi. İnsanların uykuya daldığı, ortalığın iyice sâkinleştiği bir sırada mescide geldi. Namaza durdu, gece boyunca hep namaz kılıyordu. İnsanların yavaş yavaş kalkmaya başladığı saatlerde eve döndü. Sonra yine her zamanki vakitte evinden çıktı. Cemaatle beraber sabah namazını kıldı, yine ilim halkasına geldi, bütün gününü ilimle geçirdi.”[9]
Peygamberimiz ve ashâbı, Zâtü’r-rikâ Gazvesi’ne çıkmışlardı. Bir yerde mola verildi ve Peygamberimiz, Abbâd bin Bişr ile Ammar bin Yâsir -radıyallâhu anhümâ-’yı bir geçidin gerisine nöbetçi tayin etti. Bu iki zât, geçidin ağzına gelince Ammar yattı, Abbâd ise namaz kılmaya başladı. Onları izleyen bir müşrik, gecenin karanlığında bir karartı görerek ok attı. Ok, Abbâd’a isabet etti. Abbâd, oku eliyle çıkarıp namaz kılmaya devam etti. Müşrik onun namaz kılmaya devam ettiğini görünce, ok isabet etmedi düşüncesiyle bir tane daha attı. Derken üçüncü kez tekrar attı. Çünkü Abbâd namaz kılmaya devam ediyordu. Bir müddet sonra selâm verip arkadaşını uyandırdı. Müşrik onların iki kişi olduğunu görünce kaçtı. Ammar arkadaşından akan kanları görünce:
“-Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın?” diye sordu. Abbad -radıyallâhu anh-:
“-Öyle bir sûre okuyordum ki, kesmek istemedim.” diye cevap verdi.”[10]
Allah dostları, namazla yapılan muhabbeti, dünya üzerinde her şeyden ve herkesten daha önemli görür, bütün zamanlarını namaza verirlerdi.
Seriyy-i Sakatî -rahmetullâhi aleyh- şöyle demiştir:
“-Cuma ve cemaatle namaz olmasaydı, kapıyı üzerime sıvar, sürekli namaz kılardım. Cemaatle beraber kılmak için dışarı çıktığımda, cemaatin bana teveccüh edeceğini hatırlayıp şöyle duâ ediyorum: «Allâh’ım, onlara ibadet sevgisini nasîb et, onun lezzetini alsınlar.»”[11]
Alâ bin Sâlim anlatır:
“Amr bin Kays ile beraber dört ay kalan birisi onu şöyle anlattı: Ondan ayrılana kadar gece ve gündüz yattığını hiç görmedim. İki tane ekmeği olurdu; üzerine biraz yağ sürer, birisi ile sahur, diğeri ile iftar ederdi. Sabah olunca bize Kur’ân öğretirdi, öğlen namazı gelince ikindiye kadar namaz kılardı, sonra tekrar akşama kadar bize Kur’ân öğretirdi. Akşam namazını kılar ve geceyi tamamen kıyamla geçirirdi.”[12]
Huleyd-i Asrî -rahmetullâhi aleyh-, mahallesinin camisinde sabah namazını kıldıktan sonra Güneş doğana kadar yüce Allâh’ı zikreder, sonra evine dönerdi. Evine döndükten sonra âilesiyle birlikte yemeğini yedikten sonra kalkıp odasına gider ve kapısını kapatırdı. Odaya girince:
“-Rabbimin melekleri merhaba! Allâh’a yemin olsun ki, bugün benimle ilgili olarak sizleri sadece hayırlara şâhit kılacağım!” der ve gözleri dayanamayıp kapanıncaya kadar bu şekilde ibadet ve zikre devam ederdi.[13]
Beşir der ki:
“Rebî’nin yanında geceledim. Namaza kalktı. Kıyamda, kıraatte; “Yoksa kötülük işleyenler, ölümlerinde ve hayatlarında kendilerini, îman edip sâlih ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar, ne kötü hüküm veriyorlar?!” (el-Câsiye, 21) âyetine gelince ağlamaya başladı. Öyle ki başka bir âyete geçemedi.”[14]
Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh- gece karanlığı bastığı zaman namaz kılmaya başlardı. Namazdan yorulunca dili ile Allâh’ı zikretmeye başlardı. Dili zikirden yorulduğu zaman kendisine:
“-Dinlendin, artık namaza kalk!” der ve namaza devam ederdi. Böylece gecesini hep namaz, zikir ve tefekkürle geçirirdi.”[15]
Zira namaz, Âlemlerin Rabbi ile yapılan özel, başbaşa ve rûberû (yüz yüze) görüşme idi. Günde beş kez okunan ezanlar ise, bu görüşme için yapılan dâvetlerdi.
[1] İbn-i Cevzî, Sıfatu’s Safve, 4/22.
[2] İbn-i Harrâr, es-Salat ve’t-Teheccüd, 309.
[3] Ebu’l-Leys es-Semerkandî, Tenbîhü’l-Gâfilin.
[4] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.
[5] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.
[6] İbnü’l-Cevzî, Allah Dostları, c. 2.
[7] İmâm-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, c. 1.
[8] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.
[9] İbnü’l-Cevzî, Allah Dostları, c. 4.
[10] Kütüb-i Sitte, c. 10.
[11] Beyhakî, Kitabü’z-Zühd.
[12] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.
[13] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.
[14] Ahmed bin Hanbel, Kitâbü’z-Zühd.
[15] Zâhid el-Kevserî, Altın Silsile.
YORUMLAR