Her işe Rabbimizin Rahman ismini zikrederek başlarız. Çünkü biliriz ki, kâinattaki her şey Rabbimizin merhameti, sevgisi, şefkati ve yardımı ile olmakta... Bu ihsan ve lutufladır ki; anneler evlatlarına, hayvanlar yavrularına, mahlûkat ise kendi içlerinde birbirlerine şefkatle muâmele ederler. Bunun en müşahhas olanını ise âilede görürüz. İki farklı fıtrat ve şahsiyet, iki cihanda da devam edecek uzun bir yola revân olurlar. Böylece yaratılmışların -fizikî ve hissî/duygusal bakımdan- en zor ve karmaşık yapıdaki varlığı olan iki “insan”dan bir “yuva” hâsıl olur. Cenâb-ı Hak, bu yuvanın meyveleri olan çocukları da anne-babaya emânet eder.
Anne, evlâdını, meşakkat üstüne meşakkatle önce dokuz ay karnında, sonra iki yıl kucağında, bir ömür ise gönlünde taşır yorulmadan, usanmadan… Elbette annelik, madde ölçüleri ile açıklanabilecek bir mefhum değildir. Nitekim bu sevginin menbaı, Rahmân ve Vedûd olan Allah Teâlâ, şöyle haber verir işin sırrını:
“Size, kendileriyle huzur bulasınız diye kendi türünüzden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhameti yerleştirmesi, O’nun âyetlerindedir …” (er-Rum, 21)
Bu ilâhî tanzimledir ki, Âdem -aleyhisselâm-’dan beri âileler, her türlü zorluk ve sıkıntılara karşı ayakta kalabilmiş ve varlıklarını devam ettirebilmişlerdir.
Bunun yanında toplumları devirebilmenin, ancak sağlam âile yapılarını parçalamaktan geçtiğine inanan güçler, her zaman âileleri ve özellikle de eşleri hedef almışlardır. Şeytan da askerlerine, ilk ve en önemli vazife olarak eşler arasına buğz, kin ve nefret tohumları ekmelerini emreder. Son zamanlarda medyanın da büyük desteği (!) ile bu yolda hayli mesafeler kat edildi. Âilelerde önce sevgi azaldı, ardından sözlü veya fiilî tartışma, derken dînimizde hiç de tasvip edilmeyen -şeytanın ise pek hoşuna giden- “şiddet” başgösterdi.
Oysa eşler ve evlâtlar, insan olmak hasebiyle Rahmân’ın hem en şerefli varlıkları, hem de dünyadaki emânetleri değil miydi birbirlerine?
Sevgi ve Merhamet Eczâsı
İncitici söz ve şiddet hastalığının devâsını, yine Rahmân’ın sunduğu sevgi ve merhamette bulabiliriz. Başta eşler olmak üzere, âilede yetişen çocukların ihtiyaç duydukları en önemli gıda, sevgi ve merhamettir. Bu bedenin mukâvemeti için gerekli olan protein ve karbonhidratlar kadar önemlidir. Hatta insanı, insan kılan ruh/psikoloji için en elzem ihtiyaçtır.
“Bu sevgi, nasıl ve nereden temin edilebilir?” diye araştırdığımızda ise, büyüklerimiz şu iki yolu gösterirler bizlere…
Birincisinde; eş ve çocukların Allah Teâlâ’nın bize ezelde takdir etmiş olduğu nasipler/ emânetler olarak görüp Yûnus gibi;
“Hoştur bana Sen’den gelen,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken,
Kahrın da hoş, lutfun da hoş.” diyerek, her türlü ahval ve şartta “beklentisiz, sorgusuz, suâlsiz, kahırsız ve sitemsiz sevmeye devam edip karşılığını Kerîm olan Rabbimizden istemektir.”
Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mü’minleri sevmeyi, îmanın şartlarından saymıştır:
“Îman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, Îman, 93)
İkincisi ise, sevgi kanallarını besleyen ve Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bizzat tavsiye ettiği anahtarları kullanmaktır.
Güler Yüz, Yumuşak Söz
Sevmek ve sevilmek, öyle müthiş bir anahtardır ki, açmadığı kapı, girmeyi başaramadığı gönül yoktur. Bunun püf noktası ise; Sevgi Peygamberi’nin “Seven sevdiğine, sevdiğini söylesin!..” (Ebû Dâvud, Edeb, 113) tavsiyesince, sevgiyi sözlü veya fiilî olarak bildirmekte gizlidir.
Sevildiğini işitmek, hissetmek, okşanmak insanı büyüleyen ilâhî bir sır olduğu gibi şeytan ve dostlarıyla birlikte bütün menfîlikleri de dağıtan Rahmânî bir meltemdir. Yumuşak, hoşa giden, gönül alan bir söz ve davranış; kalplerdeki buzları eritirken, hizmet ve fedakârlıkları misliyle artırır.
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede bir söz.” mısralarında olduğu gibi…
Bunun aksine -şaka bile olsa- şeytanın lisanı ve ahlâkı olan kaba ve çirkin sözler ise, kalplerin ayrı düşmesine, kırgınlıkların doğmasına sebep olur. Allah Teâlâ da insanın yumuşak ve merhamet dolu bir gönül ile tatlı bir lisana sahip olmasının ehemmiyetini, âyet-i kerîmede şöyle bildirir:
“Eğer Sen kaba ve katı yürekli olsaydın onlar etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmrân, 159)
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, bu hususta:
“Şüphesiz Allah Refîktir, rıfkı (yumuşak huyluluğu) sever.” buyurmaktadır. (Müslim, Birr, 77)
Hoşgörü
Eşler arasında sevgiyi faal tutmanın ikinci yolu, hoşgörülü olabilmektir. Unutulmamalıdır ki, her insan özel yaratılmıştır. Dolayısıyla istekleri, arzuları, mânevî dünyaları da birbirinden farklıdır. Herkesin aynı ölçülerde olması mümkün değildir. Helâl ve haram daireleri içinde olmak şartıyla, insanlara hoşgörüyle bakmak ve bu anlayışla münâsebet kurmak, insanlar arasındaki sevgi ve dayanışmayı artırır.
Haklara saygı
Tebessüm etmeyi bile bir sadaka kabul eden dînimizin esası, yeryüzünde huzur ve adaleti sağlamaktır. Bunun en önemli icaplarından biri ise, haklara saygıdır. Kadın, evde ev işleri ve çocukların eğitimi için çalışırken erkek dışarıda evin geçimini sağlamak için çaba göstermektedir. Dolayısıyla birbirlerine saygı içerisinde destekte bulunmaları elzemdir. Hatta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- erkeklere, kadınların zayıf tabiatlarından dolayı özel ihtarda bulunarak şöyle buyurmuştur:
“Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allâh’ın emânetleri olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini (mâsumiyetlerini) Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır…” (Müslim, Hac, 2137)
Bütün bunların yanında, gerek âile hayatında, gerekse fert ve toplum hayatında müslümanın birinci kıstası; “Zerre miktarı hayır yapan kimsenin yapmış olduğu hayrı, zerre miktarı şer yapan kimsenin de işlediği şerri görecek” olmasıdır. (Bkz: ez-Zilzâl, 7-8)
Bu zerreler, Allah Teâlâ’nın emanetleri olan âileler için yapıldığı takdirde misliyle katlanacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Sizin en hayırlınız, ehline karşı en hayırlı olanınızdır.” buyurmaktadır. (İbn-i Mâce, Nikâh 50)
YORUMLAR