Çocuklar, anne ve babalarının her şeyin en iyisi, en mükemmeli olmasını isterler. Büyüme çağlarında onlarda bir eksik olacağını düşünmezler, kabul etmek istemezler. Tabiri câizse, anne-babalarına toz kondurmazlar.
Sonra bir devir gelir, çevrelerindeki insanlarla âilelerini mukayese etmeye başlarlar. “Senin baban şöyle, benim babam değil; sizin âile şuna sahip bizimki değil!..”
Ardından çocuklar, kendi hayatlarında gördükleri yaşayış modellerini kopyalamaya başlarlar; anneleri-babaları gibi sevinir, üzülür, bağırır-çağırır, onlar gibi mutlu veya mutsuz olurlar. Sonra da onlar gibi çocuk yetiştirirler.
Evet, eğitimin devreye girmediği âileler, kendi benzerlerini çoğaltıp topluma hediye ederler. Oysa olması gereken böyle midir?
* * *
Mükemmel bir anne ve baba adayı olmak, aslında küçüklükten başlar. Hatta bunu doğumdan öncesine götürenler bile vardır. Anne karnında her şeyden etkilenen bir “cenin” hâlindeyken, bebeğe telkin edilenler, onun hayatını şekillendiren ilk unsurlardır. Burada duyduğu sesler, hissettiği duygu ve düşünceler, aynen bir kordonla beslendiği gibi, bedenine, zihnine ve gönlüne işlenir. O, duyan, hisseden, anlayan, kısacası yaşayan bir canlıdır.
Annenin üzüntüleri, sevinçleri, duâ ve mırıldanmaları, yavrusunu okşaması veya ona karşı vurdumduymaz bir tavır alışı bebek tarafından hep hissedilir. Bebek, dünyayı ilk böyle tanır.
Daha sonra doğumla başlayan oksijenli dünya, aile yuvasında devam eder. Burada daha önceden tanımaya başladığı bir anne, bir baba ve bazen de kardeşlerle karşılaşır. İşte bu andan itibaren her dakika, her saniye, gözler, hâfıza adına fotoğraflar çekmeye başlar. Her şeyi, yaşanan her olayı, kopyalayıp hâfızaya atar. Gün gelir bu hafızaya yüklenen kareler, güncellenir, şuuraltından şuur üstüne çıkar ve davranış modelleri hâlini alır. Çocukluğundan itibaren gördüğü, duyduğu her şeyi -aksine bir model geliştirmemişse- tekrar etmeye başlar.
Yaşanan hayattan bir örnek verecek olursak, babasının içki içmesi sebebiyle evde kavga gürültünün eksik olmadığı bir evde büyüyen bir genç kız, içkiden ve onun sebep olduğu dertlerden bu kadar muzdarip iken, yine sarhoş birisiyle evlenmişti…
Acaba neden?
Kısaca “kolaya kaçmış” ve “alıştığı hayatı devam ettirmek” istemiştir. Büyük ihtimalle onun çocukları da böyle problemli bir âilede doğacak ve yine gerekli dersi çıkarmamışlarsa böyle problemli bir yuva kuracaklardır.
O hâlde bu çarkı bozacak, bozuk bir düzen varsa onu değiştirecek olan nedir?
Tek kelime ile: Eğitim…
Kendi hayatımızda zaman zaman yaşadığımız eksiklikleri, çocuklarımıza aksettirmemek için önce bunları fark etmeliyiz. Sonra bunları değiştirecek yeni davranış ve düşünce şekilleri geliştirmeliyiz. Bazen zorlansak da, yeni ve güzel olana kendimizi alıştırmaya çalışmalıyız. Ancak bu şekilde eksikleri azaltabilir ve gün geçtikçe daha mükemmele doğru yol alabiliriz.
Eğitim, ama nasıl bir eğitim?
Annelerin-babaların eğitimi, çocukların eğitimi, âilelerin ve toplumun eğitimi, yani topyekûn bir eğitim…
Böyle bir eğitim için;
“Nasıl daha iyi anne-baba olunur?”
“Evlatlarımızı nasıl daha güzel yetiştirebiliriz?”
“Böyle bir yetiş/tir/me ortamı için âileye, okula, medyaya, devlete düşen vazife ve sorumluluklar nelerdir?” sorularına gerekli olan cevaplar verilmediği müddetçe havanda su dövmeye devam ederiz herhalde…
YORUMLAR