Âile, toplumun âsâyiş ve huzurunu belirleyen önemli bir kurumdur. Sabahları toplumun içine karışan bütün insanlar, âilelerinden almış olduğu enerji ve birikimle başlarlar güne... Evde yaşanan sevgi-saygı, iletişim-paylaşım, diğergamlık-hoşgörü; pozitif veya negatif enerji olarak tezâhür eder. Bunlara insanların yüzlerindeki tebessüm ve selâmlaşmadan iş yerlerindeki iletişim ve verimliliğe kadar hayatın geniş bir yelpazesinde hemen her zaman şahit olmak mümkündür.
Bunun yanı sıra okullarımızda her geçen gün artan şiddet eğilimi ve Cennet meyveleri olan küçücük çocuklarımızda âniden nükseden öfke ve asabiyet ise, üzerinde durup düşünmeyi ve hayatımızı yeniden revize etmeyi gerektirecek derecede ehemmiyet arz ediyor.
Zamanımızın hız ve haz çağı olması, teknolojik araçların insan sinirlerini tahrip edecek kadar hayata hâkimiyet kurması, âileyi temel dinamiklerinden sarsmaya başlamıştır. Sevgi ve huzur merkezi olan yuvalarımıza, kapital ve tüketim virüsü bulaştığı andan itibaren âilelerimiz güvenli bir sığınak ve huzurlu bir liman olmaktan çıkıp seküler ve birbirlerinden bîgâne fertlerin zaruri birlikteliğine dönüşmüştür.
Âile fertlerinin dâimâ kendi hak ve ihtiyaçlarını ön planda tutup sivrilen egolarıyla hareket etmeleri, şefkat ve yardımlaşma odağı olan hânelerimize maalesef her türlü şiddeti dâvet etmiştir.
Sosyal medya fenomenleri olarak artan bilgilerimiz ve zirveye çıkan gururlarımızla ev içinde ve dışında istediğimiz her şeyi yapmak uğruna, âile fertlerini ve gerekirse âile reisini de evden uzaklaştırarak âileyi rahatça parçalamak… Bir telefon kadar yakınlaşmış ve kolaylaşmıştır artık!..
* * *
Âile olmak, kişilerin cüz’î irâdeleri yanında, her şeyden önce Âlemlerin Rabbi tarafından takdir edilmiş bir yazgıdır. Başlangıçta şahsî istek ve ihtiyaçlarla tercih edilip kurulmuş olmakla birlikte dînî bir sorumluluk altına da girilmiş olup kalpler Rahmân’ın sevgisiyle beslenmektedir.
Nesiller, ilk insan ve ilk âile, Hazret-i Âdem ve Havva’dan itibaren bu şekilde meydana gelmiş ve günümüze kadar da böyle devam etmiştir. İki farklı cinsiyet, iki farklı kültür ve biyolojik yapının elbette birbirine uyum problemlerini aşmaları zaman alacaktır. Önemli olan, karşılaşılan meseleleri sevgi-saygı ve empati ile çözüme kavuşturmak, şeytanın sevgiyi zedelemesine izin vermemektir.
Gerçekten insanlık tarihi boyunca devam eden “ilâhî huzur pınarı ve nesiller mektebi” olan âileye, Cennet’ten kovulan şeytanın müdâhalesi dâimâ büyük olmuştur. Peygamber Efendimiz, şeytanın bu azmini şöyle tarif eder:
“İblis tahtını su üzerine kurar. Sonra yapacakları kötülükleri yapmak üzere avânesini sağa-sola gönderir. Makam ve mevkîce ona en yakın olan, fitnenin en büyüğünü yapandır. Hepsi yaptıklarını anlatmak üzere İblis’in yanına gelir ve içlerinden biri:
«-Ben şunu, şunu yaptım.» der. Ancak İblis, ona:
«-Senin yaptığın da bir şey mi?» der. Sonra bir başkası gelir ve:
«-Karı-kocanın arasına bir fitne attım, hatta boşanıncaya kadar onların yakasını bırakmadım.» der.
İblis bundan o kadar memnun olur ki, hemen onu yanına çağırır ve:
«-Sen ne kadar şirinsin!» diyerek ona iltifat eder.” (Müslim, Münâfikûn, 67)
Âyet-i kerîmede şeytan, “hannâs” (en-Nâs, 4) olarak vasıflandırılır. Yani “geriye çekilip fırsatını bulduğu anda saldırıya geçen, haktan görünüp insana sağdan yaklaşan, yapılan kötü ve çirkin işleri güzel gösteren ve her fırsatta insanın ayağını kaydırmak isteyen sinsi bir varlık”...
Âile fertlerine yaklaşımı hep bu şekilde sinsi ve hassas noktalarını gündeme getirici şekilde olmuştur. Şeyh Said isyanı günlerini bizâtihî yaşayıp ardından beş yetime ve bir o kadar torun ve yeğene hâmîlik yapan, doksan dört yaşındaki teyzem:
“-Bir kurtçuk eve girince, yavrularını bırakmadan çıkmaz; şeytan ve avâneleri de âileye girebilecek küçük bir sebep buldu mu, açılmadık defter, görülmedik hesap bırakmaz!” derdi.
Puslu havaların ne getireceği belli olmadığı gibi âile fertleri böyle durumlarda eski-yeni her şeyi konuşup hesap sormak, tartışmak ister. Zaten şeytanın en fazla hoşuna giden, iki kimsenin seslerini yükselterek tartışmasıdır. Tıpkı teyzemin:
“-Tartışmalarda şeytan ağızlara bal sürer, insanoğlu konuştukça konuşmak ister!” dediği gibi…
Dünden Bugüne Âile
Âlemlerin Rabbi, âile müessesesinin sağlıklı gelişmesine ve âile yuvasını taşıyan eşlerin sosyolojik ve psikolojik gelişimlerine büyük önem verdiği için Kur’ân-ı Kerîm’de âile hukukunu uzun uzun anlatmış, olumlu ve olumsuz âilelerden misaller vermiştir. Meselâ, eşler arasındaki uyumlu âileler için Hazret-i Âdem, Hazret-i İbrahim, Hazret-i Eyyûb, Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhimüsselâm- ve Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âilelerini anlatmış; kocası dindar ve uyumlu, ama hanımı uyumsuz âileler için Hazret-i Nûh -aleyhisselâm- ile Lût -aleyhisselâm-’ın âilelerini örnek vermiştir. Hanımı dindar ve uyumlu, ancak kocası uyumsuz âileler için de Firavun ve hanımı Âsiye’yi ibret ve örnek bir model olarak göstermiştir.
Kardeşler arası münasebetlerde olumlu bir örnek olarak Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile kız kardeşini ve Şuayb -aleyhisselâm-’ın iki kızını zikrederken, uyumsuz münasebet hususunda da Âdem -aleyhisselâm-’ın iki oğlu ile Yusuf -aleyhisselâm- ve kardeşlerini zikretmiştir.
Örnek baba-evlât münasebetinde Hazret-i İbrahim, Hazret-i Şuayb, Hazret-i Yakup ve Hazret-i Lokman -aleyhimüsselâm-’ı örnek gösterirken anne-evlat münasebetinde ise Hazret-i Mûsâ’nın annesi ve Hazret-i Meryem’i zikretmiştir.
Mısır azizinin karısı Züleyha’yı “iftira atan kadınlar” için ibret olarak anlatırken Hazret-i Âişe’yi ise, “iftiraya uğrayan kadınlar” için misal olarak vermiştir.
Âile içi münasebetler ve vazife taksimi ise, Nisâ Sûresi’nde genel hatlarıyla şöyle tarif edilmiştir:
“Erkekler, kadınların (kavvâmı) koruyup kollayıcılarıdır. Çünkü Allah, insanların kimini kimine sorumlu kılmıştır. Erkekler, kendi mallarından harcamakta ve âilenin geçimini sağlamaktadırlar. Sâliha kadınlar, itaatkardırlar. Allâh’ın korumasını emrettiği şeyleri, gizlide ve kocalarının bulunmadığı zamanlarda dahî ırzlarını ve mallarını koruyanlardır…” (en-Nisâ, 34)
Bu âyet-i kerîme, âile içinde rolleri dağıtırken erkekleri dış ve ekonomik işlerden sorumlu kılmakta, kadını da umûmiyetle iç işleri koruyup kollayan, itaatkâr ve kocasına destekçi kılmaktadır.
Bu durum, ilk âileden itibaren değişik şekillerde tezahür etmiş, tarih boyunca birçok alanda farklı misaller oluşmuştur. (Devam edecek)
YORUMLAR