İlk Âile: Hazret-i Âdem (a.s.) ve Zevcesi Hazret-i Havvâ
Yeryüzünün ilk âilesi, ilk insan Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve zevcesi Hazret-i Havvâ ile başlamıştır. Hazret-i Âdem Cennet’te yaratılmış, kendisine yeryüzünün halifesi ve peygamber olma salâhiyeti verilecek istîdat ve imkânlar bahşedilmesine rağmen bir müddet sonra yalnızlığa dayanamamış ve kendi cinsinden kendisiyle huzur ve sekînet bulacağı bir varlığa ihtiyaç duymuştur.
Ona Allah tarafından takdir edilen bir eş olan Hazret-i Havvâ Anamız ise, kocası Hazret-i Âdem’e yeryüzüne indirildikten sonra Kâbe’nin inşâsından yeryüzünün îmar edilmesine, peygamberlik vazifesini îfa etmesinden çocuklarının yetiştirilmesine, ev işlerinden geçimlerini sağlayacak tarım ve hayvancılığa kadar pek çok konuda destek ve yardımcı olmuştur. Eşi ile birlikte hayvanların yünlerinden elbise yapmayı öğrenmiş; evinin, eşinin ve çocuklarının huzur ve mutluluğu için çalışmıştır.
Bu âileden alınacak dersler şunlardır:
1- Eşler birbirlerinin huzur ve sevgi kaynağıdır.
2- Birbirlerine gerek ev içi işlerinde, gerekse topluma yönelik dış işlerde en büyük yardımcı ve destekçidirler.
3- Âile içerisindeki huzur, sevgi-saygı, eşlerin birbirlerinin hukukuna riâyet etmeleriyle mümkün olur.
4- Evlilikte karı-koca, farklı vazifeleri ile birbirlerinin ihtiyaç ve eksiklerini tamamlamak üzere var olmuşlardır.
İbrahim (a.s.)’ın Âilesi ve Zevceleri
Allah Teâlâ, Hazret-i İbrahim’in âile yapısını; çocukluğu, gençliği ve evlilikleri dolayısıyla “seçilmiş âile” olarak tanıtır:
“Allah; Âdem’i, Nûh’u, İbrahim âilesini ve İmran âilesini birbirinin soyundan gelen bir nesil olarak âlemler üzerine seçkin kıldı, soylarından peygamber getirdi…” (Âl-i İmrân, 33)
İbrahim -aleyhisselâm-’ın çok evliliği, ilerlemiş yaşında çocuk sahibi olması ve sonradan eşi Sâre’nin isteği üzerine Hazret-i Hacer ve oğlu Hazret-i İsmâil’i evden uzaklaştırması, oğlu İsmâil’i kurban etmeye götürmesi gibi sosyal ve psikolojik birçok hâdiseyi yaşaması, hayatın birçok sahasına dair güzel örneklerle doludur.
Bu âileden alınacak bazı dersler:
1- Âile reisinin, Allâh’ın emir ve yasaklarını yalnızca kendi hayatında uygulaması yeterli değildir. Gücü ve imkânı nispetinde, ulaşabildiği kimselere de bu tebliğâtı ulaştırmalıdır.
2- İyi bir âile reisi, âile efrâdının hem maddî hem mânevî ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak meşrû ölçüler içinde temin eden kimsedir.
3- Âile reisi, eşleri ve çocukları arasında âdil davranmalı, ev içerisinde sorumlu olduğu kimselerin psikolojilerini bilerek ona göre davranmalıdır.
4- Kişi, tebliğ konusunda olduğu gibi maddî harcama konusunda da önceliği âile ve yakın akrabalarına vermelidir.
5- Çocukların kişilik kazanması ve şekillenmeleri için anne-babalar, söz ve davranışları ile güzel örnek olmalıdırlar.
6- Anne-babalar söz ve fiillerinde uyumlu olmalıdırlar. Yapılmasını istedikleri bir davranışı, önce kendileri yaparak göstermelidirler. Yapılmasını istemedikleri bir davranışı da bizzat terk ederek uzak durmalıdırlar.
Hz. Eyyûb (a.s.) ve Âilesi
Evliliğin îcaplarından birisi de eşlerin iyi ve kötü günde, darlıkta ve bollukta birbirlerine destek olmasıdır. Allah Teâlâ, bu konuda bize Eyyûb -aleyhisselâm- ve eşini örnek verir.
Eyyûb -aleyhisselâm-, zamanının zengini, iyilik ve ihsan sahibi birisi olarak yetimlere, miskinlere, dullara yardım eder, ihtiyaçlarını karşılar, misafirlerine ikramda bulunur ve Rabbinin nîmetlerine sürekli şükrederdi.
On dört çocuğu vardı. İblis, önce onun malına, daha sonra âilesine ve en sonunda da bedenine musallat olmak için Allah’tan izin istemiş, Allah da imtihan maksadıyla bu izni ona vermişti. Önce malları ve çocukları, sonunda da sağlığı elinden alınmış, çevresindeki herkes onda bir uğursuzluk olduğu düşüncesiyle kendisinden uzaklaşmıştı. Hastalığının ilerlemesine ve fakir düşmesine rağmen, zevcesi Rahme Hatun yanından ayrılmamış, her türlü ihtiyacını gidermiştir.
İmtihanın zorluğundan zaman zaman sıkıntıya düşüp hata yapsa da Allah’tan ve zevcinden af istemiş onlar da kendisini affetmiştir.
Hastalıkla ve zorlukla imtihan olunan kişiler için bu âileden alınacak dersleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Allah hiç kimseyi sırf helâk etmek için imtihan etmez. Ancak onun sabrını ve kulluğunu sınamak için imtihan eder. Böylece mertebesini yükseltip kendisine olan nîmetlerini artırmak ister. Ancak kul, bolluk ve darlık hâllerinde bu ilâhî maksadı kavrayamaz ve gereğini yapamazsa, helâke müstahak olabilir.
2- Allah bir kimseyi ne kadar şiddetli şekilde imtihan ederse etsin, onu kendini unutturacak derecede ve gücünün üstünde olan bir şey ile imtihan etmez.
3- Her başarılı erkeğin arkasında, gizli kahraman olan bir kadın vardır. Onlar sahnede yer almasalar bile arka plânda çok önemli hizmetlerde bulunurlar. Bu durum, tersinden de geçerlidir. Çünkü eşler, birbirinin tamamlayıcısı ve yardımcısıdır.
4- Evlilikte sadâkat esastır. İyi günlerde beraber olan eşler, sıkıntılı günlerde de birlikte olmalıdırlar.
5- Hiçbir hastalık, insanın kulluk vazifesinden geri durması için mazeret değildir. İnsan istedikten sonra en olumsuz şartlar içerisinde dahî kulluk vazifesini îfâ edebilir.
6- İnsan olması hasebiyle bütün eşler hata yapabilir. Bu mânâda insanın hanımı bir hata yapar yapmaz hemen onu cezalandırma yoluna gitmemelidir. Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hanımının hatasından dolayı, iyileştiği zaman yüz sopa vuracağı şeklinde vaadine karşı Allâh’ın yüz adet ekin sapı ile bir kez vurmasını istemesi de, bir bakıma eşlerin birbirine şiddet uygulamasından hoşnut olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. En güzeli, Allâh’ın affını umarak affetmeyi ve hoş görmeyi öğrenmektir.
7- Belâlar, başta acı verse de sabredildiği takdirde sevinçli neticelere dönüşür.
8- Belâlar, her zaman hak edenlere isabet etmez. Bazen imtihan gereği olarak sâlih insanlara da isabet eder. Zira belânın geliş sebeplerinden biri, günahlara kefâret olması, diğeri de mânevî derecenin yükselmeksine vesîle olmasıdır.
Zekeriyyâ (a.s.) ve Zevcesi
Evliliğin en güzel nîmetlerinden biri de çocuktur. Eşler arasındaki sevgi ve muhabbet, çocuk sahibi olduktan sonra daha da artmaktadır. Zekeriyyâ -aleyhisselâm- ile zevcesi, uzun süre çocuğu olmayan âileler için model oluşturmaktadır. Çocukları olmadığından dolayı dağılan evlilikler için Zekeriyyâ -aleyhisselâm-’ın âilesinden âyet-i kerîmelerde şu şekilde bahsedilmektedir:
“Zekeriyyâ’yı da hatırla. Hani o Rabbine; «Rabbim beni tek başıma bırakma. Sen vârislerin en hayırlısısın» diye duâ etmişti. Biz de onun duâsını kabul ettik ve kendisine Yahyâ’yı bağışladık. Eşini de kendisi için doğurmaya elverişli kıldık. Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, rahmetimizi umarak ve azâbımızdan korkarak Bize duâ ederlerdi. Onlar Bize derin saygı duyan kimselerdi.” (el-Enbiyâ, 89-90)
Bu âileden alınacak dersler:
1- Hazret-i Zekeriyyâ -aleyhisselâm- ve zevcesinin Allah’tan çocuk isterken herhangi bir dünyevî gâye için değil de uhrevî maksatlar için duâ etmeleri, güzel bir örnektir.
2- Zekeriyyâ -aleyhisselâm- Allah’tan evlât isterken önce kendisinin yaşlılığı, hanımının kısır olması gibi fizikî engelleri sıraladıktan sonra fıtrî ihtiyacının gereği olarak Allah’tan çocuk istemiştir. İnsan da Allah’tan bir şey isterken kendisindeki eksiklikleri görerek ve Allâh’ın kudretine güvenerek istemelidir.
3- İnsan, hayırlı bir çocuk veya sâlih bir kimse gördüğü zaman Allah’tan kendisi için de aynı şekilde hayırlı bir çocuk vermesini isteyebilir.
4- İnsan hiçbir zaman Allâh’ın rahmetinden ümîdini kesmemelidir. Fizikî olarak bazı şeyler imkânsız hâle gelse de Allâh’ın sonsuz gücü ve kudreti karşısında hiçbir şey imkânsız değildir.
5- Allah, sevdiği kimselere özel ikramlarda bulunabilir.
KUR’ÂN-I KERÎM’DEKİ OLUMSUZ ÂİLE MODELLERİ
Zâlim Kocanın Yanında Mü’min Kadın: Asiye
Hazret-i Asiye, Firavun unvanlı zâlim bir kocanın nikâhı altında olmasına rağmen inancı uğrunda gösterdiği dik duruşu ile kendini ifade etmekte sıkıntı çeken veya karşılaşabileceği zorlukları düşünerek inancını açıklamaktan çekinen birçok kadın ve erkeğe güzel bir örnek teşkil etmiştir.
1- Hazret-i Asiye, Firavun’un inancından döndürmek için yaptığı işkencelere sabrettiği gibi, inancından ve İslâmî gayretlerinden dolayı kocaları tarafından eziyet gören kadınlara da aynı şekilde örnek olmalıdır.
2- Hazret-i Asiye, kadın olmasına rağmen en zâlim, en ceberrut bir istibdatçı yöneticinin baskılarına dayanabilmiştir. Dolayısıyla mü’minler de tıpkı onun gibi, zâlim kim olursa olsun, zulüm nereden gelirse gelsin zulme direnebilmelidirler.
3- Kişileri birbirine bağlayan en önemli bağ, evlilik bağı olmasına rağmen, kocanın küfrü hanımının îmânına zarar veremez. Eğer bir mü’min, kendi kalbini küfür ve şirk gibi pisliklerden temizlerse, hiçbir kimsenin küfrü ve şirki ona zarar veremez. (Bununla beraber İslâm hukukunda mü’mine kadınların gayr-ı müslim erkeklerle evliliği yasaklanmıştır.)
4- Kişi hakikî mânâda îman eder; nefsini, her türlü şirk ve küfürden temizlerse; kafirlerle aynı ortamda olmak veya onların akrabası ya da komşusu olmak gibi durumlar, onun îmânını etkilemez; zâlimin zulmünün büyüklüğü de onu haksızlıklar karşısında susturamaz.
5- Hazret-i Asiye, insanın inancında ihlâslı olup bu uğurda sebat göstermesine ve sıkıntılı hâllerde sadece Allah’tan yardım isteyerek O’na sığınması konusunda insanlığa en iyi örneklerden biridir.
6- Âhiret inancına sahip olup Allâh’a yakın olmayı isteyen kimseleri, hiç kimse inancından geri çeviremez.
7- İffetli kadınlar, isteyemeyerek de olsa yanlış bir evlilik yapıp olumsuz şartlar altında yaşamak zorunda kalsalar dahî namus ve iffetlerini korumalıdırlar.
Nûh (a.s.) ve Lût (a.s.)’ın Hanımları
Kocaları peygamber olmalarına rağmen Nûh -aleyhisselâm-’ın karısı Vâile ile Lût -aleyhisselâm-’ın karısı Vâhile îman etmemiş ve inkârlarında ısrar etmişlerdir.
“Allah, inkâr edenlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bunlar, kullarımızdan iki sâlih kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken onlara dinde hıyânet ettiler. O iki peygamber Allâh’ın azabından onları hiçbir şekilde kurtaramadılar. O iki kadına, «Girin ateşe, diğer girenlerle beraber!» denildi.” (et-Tahrîm, 10)
Bu hâdiseden çıkarılacak dersler:
1- Kocasının sırlarını yayan kadınlara; “Nûh -aleyhisselâm- ve Lût -aleyhisselâm-’ın karısı gibi yapmayın!” şeklinde mesaj verilmiştir.
2- Eğer bir kişinin îmânı yoksa, diğer statüleri ne olursa olsun, velev ki peygamber evlâdı veya hanımı olsun, bu konumu ona hiçbir fayda sağlamayacak ve Allah katında bir değer ifade etmeyecektir.
3- Allah, soy ve sop yakınlığına değil, inanç ve amel yakınlığına önem vermektedir.
4- İnsanlar birbirlerine akrabalık bağları ile bağlanmış dahî olsalar, kimsenin günahı başkalarına zarar vermediği gibi, kimsenin itaati de başkasına fayda sağlamayacaktır.
5- Çocukları terbiye noktasında anne çok önemlidir. Nûh -aleyhisselâm-’ın karısı da kötü terbiye noktasında, oğlu Kenan’ı inkârcılar safına katmakla, olumsuz bir semboldür.
6- Burada kadın ve erkekler için eşlerinin kıymetini bilmeleri yönünde bir mesaj vardır. Kadınlar ne kadar sâlih olurlarsa olsunlar, Allah dilerse onları Firavun gibi zâlim bir kimseye eş olarak verebilirdi. Bunu düşünerek eşlerinin kadrini kıymetini bilsinler. Erkekler de eğer Allah isteseydi, kendileri ne kadar sâlih olursa olsunlar, onlara Nûh -aleyhisselâm- ve Lût -aleyhisselâm-’ın hanımları gibi kadınlar nasip edebilirdi.
7- Allâh’a kulluk konusunda, zevç ve zevce birbirine destek olmalıdır.
Not: Bu konuda daha geniş bilgi almak ve araştırma yapmak isteyenler, Hüseyin Çelik’in yazmış olduğu, “Kur’ân’da Âile Modelleri” (Tebeşir Yayınları, Konya 2015) kitabına bakabilirler.
YORUMLAR