“Her doğan çocuk, Allâh’ın insanlardan ümit kesmediğinin işâreti olduğu gibi her yaşanan gün dahî o insandan ümit kesmediğinin işâretidir.”
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insan insanlığından utanıyor. Her gün gazete sayfalarını çevirirken ürkmemek elde değil artık!.. Sömürülmüş çocuklar, tâcize uğramış bebekler, ruhların bedenlerinden tiksindiği hayatlar, hayvanlara kadar uzanan vahşet ve edebsizlikler!.. Merhum Âkif’in ifadesiyle:
“Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!..”
Sanki bu zamanı anlatmış.
Bütün bu edebsizliklerin, yüz kızartıcı suçların kaynağı ne? İnsanlar, neden bu kadar insanlığından soyundu?
Tabiî ki, en başta, din duygusunun insanın eğitimine ve kalbine girmeyişinden dolayı… Atalarımız ne güzel söylemişler:
“-Kork, Allah’tan korkmayandan!..” diye…
Ebeveynler artık çocuklarını kime teslim edeceklerini bilemez oldular. Öğretmenden, doktordan, abiden, kardeşten, bakıcıdan, hizmetçiden korkar olduk.
Toplumun bu kadar bozulmasının en büyük sebeplerinden biri de “edeb”den uzaklaşmış olmamız. Bir hadîs-i kudsîde şöyle buyrulmuştur:
“Allah Teâlâ, Âdem -aleyhisselâm-’ı yarattığı vakit Cebrâil -aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!.. Âdem -aleyhisselâm- aklı tercih etti. Cibrîl -aleyhisselâm- hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Haya ve ilim dediler ki:
“-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden asla ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz. Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleşin!..” diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti.”( Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe)
Göze yerleşen hayâ evlerimize giren televizyon sayesinde gözlerden kaçtı. Onun kaçmasıyla da meydan azgın nefislere kaldı. İşte bu yüzdendir ki, zaman, kendimizi ve âilemizi her türlü menhiyyattan koruma zamanıdır.
Ne yapacağız, nasıl yapacağız, bu kötülüklere karşı çocuklarımızı nasıl uyaracağız?
Öncelikle eğitime, evlerimizden başlayacağız. Âile içi edebden… Cenâb-ı Hak, elhamdülillâh bize iki kız çocuğu ihsan etti. İlk kızımız doğduğunda, bir büyüğümüz beyime tavsiyede bulunmuştu. Onu sizinle paylaşmak istiyorum:
“-Oğlum, kız çocuğu çok kıymetlidir ve özeldir. Ona bu kıymetini ve özel oluşunu hissettirmek lâzım!.. Bu yüzden kız çocuğunu severken dikkatli olmalı!.. O, tabiatı itibariyle kendini çok sevdirir zaten… Aman sakın, kız çocuğunun her yerinden öpmeyin. «Çocuktur, bir şey olmaz!..» diye öpülürse, bu, ona alışır ve gözünde normalleşir. Kötü niyetli insanlar da ona yaklaştıklarında bunu fark ve idrâk edemez!..”
Ne ince bir düşünce, değil mi?!. Zaman öyle bir zaman ki, kız ve erkek çocuklar, tehlike karşısında eşit!.. Bu tehlike, ikisi için de geçerli, maalesef!..
Diğer bir husus da, giyim-kuşam!.. «Çocuktur, günah değildir!» düşüncesiyle çocuklara aşırı dekolte kıyafetler giydirilmekte!.. Bu, en büyük hatalardan birisi!.. Hatırlıyorum da, henüz ilkokula giderken kısa çorapla gitmek isterdik. Arkadaşlarımıza özenirdik de askılı kıyafetler giyebilmek için annemize yalvarırdık. Anneciğim ise, izin vermez ve yaşımıza uygun bir şekilde sebebini izah ederdi.
Çocukların çevrelerinden, arkadaşlarından etkilenerek bu tür talepleri olabilir. Ama mühim olan anne ve babanın, onları kırmadan, zekâ ve yaşlarına uygun bir şekilde ve tâvizsiz olarak durumu îzah etmeleridir. Böylece çocuklar, bu hareketin doğru olmadığını bilinçli bir şekilde kavrayacak ve göstermelik değil, her zaman için bu tür yanlışlara meyletmeyeceklerdir.
Geçen yaz, yolda giderken tesettürlü bir hanım, yanında da 6-7 yaşlarında minik kızı… Ama o küçücük çocuğun üstünde, askılı, göbeği açık bir tişörtle, altında bir mini etek!..
Şimdi diyeceksiniz ki, çocukların böyle kıyafetler giymesi, günah değil ki… Haklısınız, onlara günah değil, ama alışkanlıklar küçük yaşta başlar. Büyüdükçe de alışkanlıklar yerleşir ve değiştirmek zorlaşır. Söylemek istediğim, bir tesettürlü annenin, küçük çocuğunu da kendisi gibi bir tesettüre zorla sokması değil!.. Ancak o çocuğa, edeb ve mahremiyet sınırlarını gözeten şık kıyafetler giydirmek de mümkün, hatta gerekli!..
Bir arkadaşım anlatmıştı. Türkiye’ye gelmiş Danimarkalı bir mühtedî, insanlarımızın bu çelişkili hâlini görünce:
“-Tesettürlü hanımlar, kendi giyemediklerini kızlarına giydirerek herhâlde nefislerini tatmin ediyorlar!..” demiş.
Garip, ama sanki biraz gerçeklik payı da var, değil mi?!.
Ev içinde dikkat edilecek bir diğer edeb de, kız ve erkek çocukların yataklarını ve mümkünse odalarını ayırma zorunluluğu!..
Peygamber Efendimiz, şöyle buyuruyorlar:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa, kendilerini hafifçe cezalandırınız ve yataklarını ayırınız!..” (Ebû Dâvûd, Salât, 26)
Belli bir yaşa gelen çocukların yataklarının ayrılması hususu da çok önemlidir. Sadece erkeklerle kızları birbirinden ayırmakla kalmamak, cinsiyetleri ne olursa olsun, olgunluk çağına yaklaşan bütün çocukların yataklarını ayırmak gereklidir. “Canım, bunların hepsi kız veya hepsi erkek; bir arada yatmalarında ne mahzur olacak?” diye düşünmek doğru değildir.
On yaş, büluğ çağının sınırıdır. Erken gelişen bazı çocuklar, 9-10 yaşlarındayken ergenlik çağına girebilir. Cinsiyet duygusu gelişmeye başlayan çocukların yataklarının vakitlice birbirinden ayrılması, onların fizîkî ve rûhî gelişimi açısından çok önemlidir. Maddî imkânsızlık sebebiyle her bir çocuğa ayrı bir yatak temin etme imkânı yoksa, en azından vücutlarının birbirine temas etmemesi için ayrı örtüler kullanılmalıdır.
Bazı anne ve babalar, büyümüş olan çocuklarını kıramayarak, onları geceleri yatak odalarına, hatta kendi aralarına almaktadırlar. Bu da doğru bir davranış değildir. Kur’ân-ı Kerîm, evlatların, anne ve babalarının odalarına hangi vakitte ve nasıl gireceklerini izah etmiş ve basit görülen böyle bir konuda bile en hassas edeb kaidelerini koymuştur. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“Ey iman edenler! Elinizin altında bulunan köle ve câriyeler ile henüz büluğa ermemiş çocuklar şu üç vakitte izin almadan yanınıza (yatak odasına) girmesinler: Sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkarıp soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra… Bunlar sizin mahrem vakitlerinizdir. Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girerlerse, ne size, ne de onlara bir günah vardır. Çünkü sizler, her hâlükârda birbirinizin yanına girip çıkarsınız. İşte Allah sizin için kurallarını böyle açıklar. Allah ilim ve hikmet sahibidir.” (en-Nûr, 58-49)
Başta anne ve babalar olmak üzere, âile içinde herkes; kıyafetlerine titizlik göstermelidir. Büyüklerin rehberlik etmek ve örnek olmak gibi sorumlulukları bulunduğu unutulmamalıdır.
Son olarak çocuklarımıza; korkutmadan, paniğe kapılmalarına sebep olmadan, kötü niyetli insanlara karşı dikkatli olmayı da öğretmeliyiz. Onları, bozuk ortamlara, bozuk insanlara karşı uyarmalıyız. Ama nasıl?
Açıkçası bu iş belki de en zoru!.. Hem insanları tamamen kötülemeden, insanlardan ve insanlıktan soğutmadan ve hem de her türlü ihtimale karşı uyanık olmalarını sağlamak, cidden en çetin mesele!.. Anne ve babalar, kendi ferâsetlerine uygun bir dil geliştirmelidirler.
Belki size de ufuk açar, farklı bir fikir verir diye kızımla aramdaki sohbeti sizinle de paylaşmak istiyorum. Kızıma:
“-Yavrucuğum, en güzel elbisen hangisi, söyler misin?” diye sordum. Kızım:
“-Gelinliğim!..” dedi. Ben:
“-Hayır, daha güzeli var.” dedim.
“-Pembe elbisem…” dedi.
“-Daha da güzeli var.”
O örneklerini çoğalttıkça, ben «Daha güzeli var!..» diyordum. Nihayet pes etti:
“-Peki öyleyse, hangi elbisem?” diye sordu. Ben de:
“-Gelinliğinin aynısını veya daha güzelini bir terzi dikebilir. Ya da elbiselerinin daha güzelini satın alabiliriz. Ama sende öyle özel bir elbise var ki, onun aynısını ne terzi dikebilir, ne de daha güzelini çarşı-pazardan alabiliriz.” dedim. Kızım, iyice meraklanmıştı.
“-Hangi elbisem?” diye tekrar sordu.
“-Bedenin, yavrucuğum!..” dedim.
Durdu:
“-Nasıl yani?” dedi. İzah ettim:
“-Allah senin bedenini, sana özel yaratmış ve sana emanet etmiş. Allâh’ın sana özel verdiği bu hediyeyi çok dikkatli koru!.. Kimsenin ona bir zarar vermesine fırsat verme!..”
Sevinçle:
“-Anne, ne güzel bir elbisem var!..” deyiverdi. En azından taşıdığı emânetin biraz farkına varmış oldu.
Unutmayalım, muhterem ebeveynler!.. Çocuklarımız, bize Allâh’ın emâneti ve emâneti koruma sorumluluğumuz var. Bu vazife bize Allah tarafından yüklenmiş:
“Ey îmân edenler!.. Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrim, 6)
Allah cümlemize kendimizi ve âilemizi her türlü ateşten korumayı kolaylaştırsın!.. Nusret (yardım), Allah’tandır.
Rukiye Gönüllü
Ek
Su, ateş ve nâmus arkadaş olmuşlar. Hep beraber gezerlermiş. Bir gün ayrılmak zorunda kalmışlar ve demişler ki:
“-Birbirimizi tekrar görmek istersek, nasıl buluşacağız?”
“-Nerde çayır-çimen görürseniz, eşeleyin, ben oradan çıkarım!..” demiş su…
Ateş:
“-Ben de duman gördüğünüz yerdeyim.” diyerek yerini söylemiş. Sıra üçüncü arkadaşları nâmusa gelmiş. O içini çekmiş ve:
“-Arkadaşlar, eğer ben gidersem, bir daha geri gelmem!..” demiş.
YORUMLAR