İnsanlık tarihi, âilenin varlığıyla birlikte başlar. Âile; toplumların bütün değer ve özelliklerini taşıyan çekirdek hükmündedir. Toplumlar, bu çekirdek etrafında büyür, beslenir ve gelişirken sahip oldukları kültür ve medeniyeti kendinden sonra gelen nesle de yine âile eliyle aktarır.
Toplumların refah, eğitim, sosyal ve psiko-sağlık seviyeleri, âileyle doğru orantılıdır. Bu yüzdendir ki; bütün dinler ve milletler, âileye büyük önem vermiş, âileyi korumak ve desteklemeyi mukaddes bir vazife saymışlardır. Mesela; Hristiyanlığın ilk dönemlerinde âilenin erkeğine Hazret-i Îsa gözü ile bakılır ve saygı duyulurdu. O yüzden boşanmak, büyük saygısızlık olarak addedilirdi ve yok denilecek ölçüde azdı.
Yahudilikte de âile mukaddestir. Erkek, din reisi kadar muteberdir. Âilede yapılanlar, havrada yapılan ibadetler mesabesinde değerlidir. Neslin devamını sağlayan çocuk ve eğitimi için her şey fedâ edilir.
Yüce dînimiz İslâm ise, âileye en büyük değeri vermiş ve âileyi koruyup güçlendirmiştir. Âlemlerin Rabbi, Rûm Sûresi 21. âyet-i kerîmede:
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allâh'ın varlığının delillerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.” buyururken Nûr Sûresi 32. âyette de:
“İçinizden bekârları (aynı zamanda dulları ve boşanmışları), köle ve câriyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer onlar fakirlerse, Allah onları lutfuyla zenginleştirir. Allah geniş lutuf sahibidir. Her şeyi çok iyi bilendir.” buyurmaktadır.
Âile; öncelikle fertler arası iletişimi kuvvetli, münâsebetleri saygı ve sevgi temelleri üzerine kurulmuş sağlıklı bir mektep olmalıdır. Toplum fertlerinin ilk eğitim ve öğretimlerinin yapıldığı mektep!.. Çünkü mecbûrî bakım ve koruma yönünden, âile yanında alınan 0-6 yaş arası eğitim, insan şahsiyet ve kimliğinin dörtte üçünü oluşturmaktadır.
Kişilerin hayatta sağlıklı bir performans sağlayabilmelerinin temel şartı, kendileriyle barışık olmalarıdır. Bu ise, karşılıksız ve içten bir sevgi, yumuşak bir üslup ve yapıcı eleştirinin bulunduğu ortamlarda büyüyen ve âilesine ait olmaktan mutlu olan çocuklarda görülmektedir. Âiledeki iletişim, sevgi, saygı ve güven, toplum üyelerinin başarılı bir kimlik, şahsiyet ve sosyal beceri kazanmasını sağlamaktadır ki; bu da topluma intibak sürecini kısaltarak hizmet kalitesini de artıracaktır.
Bilinmelidir ki; kişilerin içlerindeki potansiyel güçlerini geliştiren ve değerlendiren duygu, ancak sağlıklı âilelerin huzur ve güven ortamlarında gelişir. Anne babanın iletişim ve ilişkileri ne denli yüksek olursa, toplumdaki başarı ve huzur, o derece yüksek olacaktır.
Esefle belirtmeliyiz ki; sevgi, samimiyet ve eğitim yuvası olan âileler, birçok zaman şiddet ve problem odağı olabilmektedir.
Âile içi şiddet, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kanayan bir yaradır. Çünkü âile içi şiddette yalnız şiddet gören değil, şiddete tanık olan kişilerin de psikolojik ve psiko-sosyal gelişimleri yüksek derecede etkilenmektedir.
Şiddet; psikolojik sağlık, iletişim ve uyum bozukluklarıyla doğrudan toplumu etkileyen bir meseledir. Çünkü şiddet gören bir âilede yetişen çocuk, sokakta, okulda ve kendi kurduğu âilede de şiddeti, meseleleri halletmede en kısa çıkar yol olarak görmekte ve uygulamaktadır.
Şiddet uygulama, öğrenilebilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi âilesi, yakın çevresi ve kitle iletişim araçları olmaktadır.
Toplumların ve âilelerin sağlık ve sosyal güvencelerini bu denli etkileyen şiddeti doğuran ve besleyen sebeplerin temeline inildiği takdirde; sosyal, biyolojik ve psikolojik sebepler olmak üzere üç ayrı sınıf belirlenecektir.
Aile İçi Şiddetin Sosyal Sebepleri
Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin yetersizliği, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilme alışkanlığı, bilinçsizce yapılan suçlamalar, hatalı nâmus ve ahlâk anlayışları, şiddetin sosyal sebepleri arasında sayılabilir.
Yoksulluk, beklentilerin ve kazanılmış vasıfların mahrumiyeti gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da yine sosyal sebepler içerisine girmektedir.
Âile İçi Şiddetin Biyolojik Sebepleri
Anti-sosyal kişilik bozuklukları ile, depresyon, şizofreni gibi psikolojik rahatsızlıklar; şizofreninin özel bir çeşidi olan şüphe, kıskançlık, kendini beğenmişlik gibi duyguların ön plana çıktığı “paranoid şizofreni” diye adlandırılan akıl hastalıkları da biyolojik sebepler arasındadır.
Âile İçi Şiddetin Psikolojik Sebepleri
Âile üyelerinin rollerini iyi tanımlamamış olmaları ve sorumluluklarını ihmal etmeleri, âilede iletişimsizlik, fizikî ve rûhî rahatsızlıklar, kişilik bozuklukları, ekonomik problemler, alkol ve uyuşturucuya iten sebepler, aldatma ve aldatılmalar, âile reisinin üzerinde âileyi korumak ve kollamakla ilgili mahallî baskılar, mevcut psikolojik sebepler arasında görülmektedir.
Ayrıca çocuk eğitiminde yeterli bilgiye sahip olmayan ebeveynlerin, çocuğa, eğitim ve öğretim maksatlı uyguladıkları şiddeti de psikolojik sebepler arasında inceleyebiliriz.
Yine hayatın getirdiği gündelik sıkıntıları, hedeflere ulaşmada başarısızlık ve hüsran, toplumla ilişki kurmada yetersizlik gibi sosyo-ekonomik sebepler de âile içi şiddeti tetikleyen unsurlardandır.
Âile içi şiddetin her çeşidi, özellikle çocuğa yönelik olanı, gelecek nesiller açısından çocukların potansiyellerini budayan ve kişilik özelliklerinde kolay kolay silinemeyecek hasarlar bırakan önemli bir darbedir. Çünkü bilinmelidir ki; her doğan çocuk, bir bilim adamı veya dâhî gibi üstün yetenekle doğmakta, onu anne ve babası köreltip budamaktadır. Şiddet uygulanan âilelerde ise, bunun daha ileri durumları; sağlık, kişilik ve uyum bozuklukları görülebilmektedir.
Çözüm olarak ise; genel mânâda toplumun/âilelerin eğitim düzeylerinin yükseltilmesi, İslâmî bilgi ve bilinçlerinin artırılması,
Şiddet uygulanan âilelere ise; özel danışmanlık yaparak, gerekli görüldüğü taktirde psikiyatri terapi merkezlerine yönlendirilmeleri elzemdir.
Gelecek nesillerin sağlıklı hayat ve çalışma potansiyelleri için de, okullar başta olmak üzere, sosyal gruplar, sivil toplum kuruluşları ve belediyeler öncülüğünde eğitici-öğretici çalışmalarda bulunulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki; mukaddes ve mutlu yuvalar, bir milletin sağlıklı geleceğinin teminâtıdır.
YORUMLAR