“-Ben o kalemi kendi paramla aldım; çok pahalı, sana veremem!”
“-Abi sınavım var, kalemimi kaybettim, okuldan sonra getiririm merak etme!”
“-Olmaz dedim, ısrar etme; bunu da kaybetmeyeceğin ne mâlum… Sen de harçlıklarını biriktir, al…”
Tartışmayı uzaktan seyreden Erdem Bey:
“-Hanım, şuna bak, benim paramla nasıl da ahkâm kesiyor kardeşine.”
“-O, senin de paran değil ki bey.”
“-Nasıl yani, bu çocuk, başka bir yerden para mı alıyor?”
“-Yok canım, öyle değil; para bir araçtır, bize emanet edilen rızıktır. Miktarı çok da önemli değil, esas olan bereketli olması…”
“-Lâfı nereye getireceğini anladım, hatun. Haklısın, Rabbimin rızâsı doğrultusunda kullanmamız gereken bir emânet bize... İnsanız işte hemen unutuverip, «benim param», diyebiliyoruz; hâlbuki o parayı da, kazanma gücünü de Cenâb-ı Hak verir bize.”
“-Aynen öyle bey; kazancımızın matematiği farklı; helâl iki lira, haram üç liradan daha çok…”
“-Benim bu konuda içim rahat; haram yemiyoruz, fâize bulaşmıyoruz, zekâtımızı da veriyoruz… Paramızın her zerresini alnımın teriyle kazanıyorum.”
“-Doğru söylüyorsun; fakat bunlar yeterli değil. Rızkımızda, fakir-fukara ve yetimin hakkı var; sanki bu konuda biraz gevşek davranıyoruz. Baksana çocuklarımızda bile, senin paran, benim param davası var, hiç yardımlaşmayı bilmiyorlar. Bir kişinin sıkıntısını giderenin Allah Teâlâ da ihtiyaçlarını giderir.”
Erdem Bey derin bir nefes aldıktan sonra:
“-Yine haklısın galiba, Ömer kardeşine kalemini verseydi eğer, ben ona daha güzelini alacaktım.”
“-Öyle insanlar tanıyorum ki; kimin, nerede, neye ihtiyacı varsa orada olurlar. Hiç de kendilerini belli etmezler. Kime ne verdiklerini bir Allah, bir de ihtiyaç sahibi bilir. Sen nerden biliyorsun, diyeceksin belki…”
“-Evet, sen nerden biliyorsun?”
“-Düğünümüzden önce eşyalarımızı alıyorduk ya; zor durumdaydık, paramız bitmişti. Yatak odamıza halı alamamıştık, ufak tefek de olsa, daha çok eksiğimiz vardı. Ben o kadar dert etmedim, «Zamanla hepsi olur!» dedim. Annem üzülüyordu; fakat kimseye de bir şey dememiştik. Sohbette ilk defa karşılaştığım bir abla, düğün davetiyemi dağıttığımı görünce, «Sen evlenecek misin?» diye sordu. «Evet, nasipse bu hafta!» dedim. Beni bir kenara çekti. Yanında getirmiş meğer, evlenecek birisi olursa veririm diye… Bir hurcun içinde seccade, tespih ve namaz örtüsü, hani şu işlemeli olan, evlendiğimiz gün üzerinde namaz kıldığın seccade, onları verdi. Bir de düğün hediyem olsun diye bir zarf tutuşturdu elime. Teşekkür ederken ablanın bana karşı minnet dolu tavrı dikkatimi çekti. Hediyesini kabul etmeme çok sevindi. Kıyafeti, hâl ve davranışları orta gelirli bir vatandaş gibiydi. Eve doğru ilerlerken içinde küçük bir meblağ olacağını tahmin ettiğim zarfı açtım. Parayı görünce şaşkınlıktan «Bin lira var!» diye çığlık atmıştım. Kuzenimin, «Abla ne yapıyorsun, hırsızları başımıza toplayacaksın!» demesiyle kendime geldim. Demek ki parası sadece cebinde kalan, kalbinde yer etmeyen bir ablaydı. Allah ondan râzı olsun, en zor zamanımda yetişti. Erdem bey, işte yatak odamızdaki halımızı ve mutfaktaki birçok eşyamızı da o parayla aldık. Hayatımda sadece bir kez gördüğüm o ablaya senelerdir duâ ederim.”
“-Hatun, bunu bana yeni evliyken de anlatmıştın, o zaman çok şaşırmıştım.”
“-Âh Erdem bey, âh! Ne insanlar tanırım paralarını ev, araba almak için, çoluk çocuğa bir şeyler bırakmak için değil de; bir kardeşimin ihtiyacı olur da yardım ederim niyetiyle biriktiren, evlerine alışveriş yaparken kılı kırk yarıp, üç kuruşun hesabını yapan… Fakat birisinin ihtiyacı olduğunda en iyisini, en kalitelisini alıp, kapısına kadar götüren... Maddî sıkıntıya düşünce eline fazlasıyla para tutuşturup, «Allah aşkı için al, bana lâzım değil, durup duruyor öyle!..» diyebilen… Kullandıkları telefonlar bile eski, tuşlu telefonlar…”
“-Vay be, o zenginliğin içinde!”
“-Kendilerine harcamaktan hayâ eden, zenginlik imtihanında başarılı olan güzel insanlar bunlar…”
“-Peki, kimseye sezdirmeden hayır yapan bu insanları sen needen biliyorsun?”
“-Nereden mi biliyorum… Ne zaman başım sıkışıp, bir şeye ihtiyacım olsa, maddî-mânevî desteğini esirgemeyen bu kardeşlerimi yanımda bulurum. Hem de daha sıkıntımı dile getirmeden… Nasıl anlıyorlar darda olduğumu; mâlum mu oluyor, rüyalarında mı görüyorlar henüz çözemedim… Rabbim bildiriyor demek ki… Biz kuruş kuruş paranın hesabını yapacağız diye didinirken, küçücük aklımızla her şeyi halletmeye kalkışırken; onlar işlerini Allâh’a havâle etmiş, rızık endişesi taşımayan huzurlular zümresinden... Aklım almıyor, o kadar veriyorlar, hiç mi bitmiyor? Allah için verdikçe, Rabbim de onlara veriyor herhâlde... Bu dünya geçici… Kalıcı olan âhirete yatırım yapan, uyanık kardeşlerimiz bunlar!..”
“-Mevlâ’m bol kazanç versin, biz de dağıtalım, inşâallâh.”
“-Öyle deme!.. Her şeyin hayırlısını iste!.. Zenginlik, fakirlikten daha ağır bir imtihan… «Rabbim, hayra harcamak üzere helâl rızık versin!» diye duâ edelim inşâallâh... Hem vermek için zengin olmayı bekleme, çok şükür, kazancımız ihtiyaçlarımızı fazlasıyla karşılamaya yetecek kadar... Bunda da fakirlerin, yetimlerin hakkı var. Varken herkes verir, önemli olan yokken verebilmek; kardeşinin ihtiyacını, kendi ihtiyacına tercih etmek…”
“-Doğru söylüyorsun.”
“-Bey, insânî yardım vakıfları var, biz de oralardan bir tane yetimi sahiplenip, masraflarını üstlensek nasıl olur?”
“-Yapabilir miyiz hanım, giderimiz çok? Her ay düzenli ödeme ister öyle şeyler, büyük sorumluluk…”
“-Sanırım biraz da teslimiyet eksiğimiz var. Bir dönem Fâtih’te düzenli olarak katıldığım, yazı ekibi ve çocuklarla ilgili «fî sebîlillah» çalışmalarımız vardı. Âilemin âcilen memlekete gitmesi gerekiyordu ve gittiler. Yol param Fâtih’e gidebilecek miktardaydı. Tekrar eve dönmek için yetmiyordu. Sabahın erken saatinde kimseden de borçta alamadım. «Allah kerîm!» dedim yola çıktım. Metroda giderken kendisinden eğitim aldığım öğretmenimin yazmış olduğu kitabı okuyordum. Bir bayan kitabımı satın almak istediğini söyledi. Seve seve kitabı ona sattım. Nasıl olsa öğretmenimle her hafta görüşüyorum, tekrar alırım dedim. Böylece birkaç haftalık yol param da çıktı.”
“-Seninki de iş mi hanım, parasız yola çıkılır mı?”
“-Keyfî bir şey için ben de çıkmam. Allah için yola çıkanı, Rabbim yolda koymaz. Sen niyetini al, o yetimin rızkını fazlasıyla Mevlâ gönderir. Biz de, veren el olmanın huzurunu yaşarız, böylece.”
“-O zaman sen yarın git, araştır bakalım, nasıl oluyor bu iş.”
“-Olmaz hayırlı işte acele etmek lâzım, hazır evdeyken beraber gidelim.”
Birlikte gidip başvuru yaptılar. Filistinli bir yetimin nafakasını üstlendiler. Bir de kumbara aldılar odanın baş kösesine koymak için… Amaç, çocukları da usûlüne uygun sadaka vermeye alıştırmaktı.
* * *
Allâh’ım! Kazancımızın cebimizden ziyâde kalbimize yerleşmesinden Sana sığınırız. Varlıkta da, yoklukta da veren el olmayı nasip eyle! Nefsimiz için arzuladığımızın çok daha iyilerini infak etmemizi nasîb eyle. Cümlemize hayra harcamak üzere helâl rızık lûtfeyle! Bizleri bol bol âhirete yatırım yapanlardan eyle! Âmin!
YORUMLAR