“Gıybetten sakının! Çünkü gıybet, zinâdan daha şiddetlidir. Kişi zinâ eder, sonra tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul buyurur. Ancak gıybeti edilen, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.” (Kenzü’l-Ummâl, 3/1057)
“İslâm insanı”nın rûh inşâsında en önemli dinamiklerden biri de mânevî eğitimdir. Mânevî gelişimi sağlam olan fert, İslâm’ın istediği insandır. Bilgisi, özgüveni, sosyal münâsebetleri ve hayatının her ânı vahiy merkezli olan veya bu gayrette olan insan, “İslâm insanı”dır.
Mü’min bütün yönleri ile kendisini geliştirmeli, gönül âlemine doldurduğu her şeye âzamî dikkat göstermelidir.
Mânevî hayatı akamete uğratan felaketlerin başında, kalbî bir hastalık olan “gıybet” gelir. Gıybet, en kısa tarifiyle, “bir müminin diğer bir mümin hakkında, onun hoşuna gitmeyecek şeyleri arkasından konuşması ve onun gıyâbında dedikodusunu yapması”dır. (Bkz: Müslim, Birr, 70)
Yüce Rabbimiz, âyet-i kerîme ile mü’minleri uyarmış ve gıybet etmenin ne denli sevimsiz bir fiil olduğunu ortaya koymuş ve bu çirkin fiili ölmüş bir insanın etini yemeye benzetmiştir:
“Ey îman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (el-Hucurât, 12)
Mü’min kardeşinin arkasından, onun hoşlanmayacağı şeyleri konuşmak, aslında o insanın kalbî durumu ile yakından alâkalıdır. Çünkü gıybet, mânevî bir hastalıktır. Başkalarının ayıplarını araştırmak, bu konularda bir merak içerisinde olmak, sağlam bir kalp sahibinin yapacağı iş değildir.
Toplum hayatına baktığımız zaman gıybet ile ilgili farklı te’viller veya bahaneler olsa da Rabbimizin ve Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu konudaki ölçüleri gayet açıktır.
İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
“Allâh’ı anmaksızın çok konuşmayın. Allâh’ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah’tan en uzak kimseler olduğu kesindir.” (Tirmizî, Zühd, 62)
Hadîs-i şerîf, çok konuşmak gibi kalbî bir hastalığın virüse benzer şekilde başka yerlere bulaştığını, basit bir hâl olmadığını ifâde ediyor. Ve bizlere, birbirine bağlı çok önemli ölçüler koyuyor:
Birincisi, Allâh’ı anmadan konuşulanların bir yönü ile boş şeyler olduğu,
İkincisi, Allâh’ın zikredilmediği konuşmaların kalbi katılaştırdığı,
Üçüncüsü de kalbi katı olan insanın Allah’tan uzak kimseler olduğudur.
Mü’minin dikkat etmesi gereken husus, ağzından çıkan her sözden mes’ul olduğudur. Hele bir de konuştuğu şeyler, bir başkası ile ilgili ise, sorumluluk daha da artıyor.
Bu sebeple mü’minin bir konuşma disiplini olmalıdır. Söz, ağızdan bir defa çıkar ve geri alınması mümkün değildir. Nefse hoş gelen çekiştirmeler, arkadan konuşmalar, bir mü’min şahsiyeti ile aslâ bağdaşmamaktadır.
Peygamber Efendimiz’in bir başka hadîs-i şerîfinde ifade buyurduğu; “Allâh’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır konuşsun yahut sussun.” (Buhârî, Edeb, 31, 85) prensibi de mü’mine bir konuşma disiplini öğretmektedir.
Toplumu fesâda uğratan mânevî hastalıkların başında gelir, arkadan konuşma… Bu bir mânâda kul hakkını ihlâl etmektir. Ve helâllik alınmadığı takdirde hesabı âhirete kalır ve Rabbimizin affetmeyeceği günahlardan biri olur.
Mü’min, akıllı insandır. Şeytanın ve nefsinin aldatmalarına karşı teyakkuzda ve dikkatli olmalıdır.
Ev ortamlarında, iş yerlerimizde, çalıştığımız kurumlarda sık rastlanan bu kalbî hastalıktan kurtulmanın birinci şartı; Rabbimizin bu konudaki emrini bilmek, ikincisi ise bu hususta birbirimizi uyarmaktır.
Gıybet edilen yerde bulunan insan da eğer müdâhale etmiyorsa aynı hatâya ortak olmuş olur. Mü’min, ya müdâhale edip konuyu kapattırmalı veya orayı terk etmelidir.
Şunu da unutmamak lâzımdır ki; gıybet hastalığında olan biri, bugün bizim yanımızda başkasının gıybetini yapıyorsa, yarın başka bir ortamda, bizim gıybetimizi de yapacak demektir.
İslâm, mü’minin kalbinden geçenleri bile zaman zaman sorguluyorken, kalbi katılaştırıp, Rabbinin merhametinden uzaklaştıran bu kötü fiili hiçbir zaman meşrû göremez.
Son olarak Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemizin naklettiği bir hadîs-i şerîfi hatırlayalım:
“Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında idim. Uzun etekli bir kadın hakkında:
“-Bu kadının etekleri ne kadar uzunmuş!..” deyince, Efendimiz:
“-Tükür, tükür!..” dedi. Ben hemen tükürünce ağzımdan bir et parçası düştü.” (İbn-i Ebi’d-Dünya)
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- da şöyle rivâyet ediyor:
“Rasûlullah Efendimizin yanında idik. Adamın biri kalktı gitti. Diğerleri (arkasından):
«-Yâ Rasûlallah, falan ne kadar âciz kimsedir!» dediklerinde Efendimiz:
«-Arkadaşınızı çekiştirdiniz ve etini yediniz!..» buyurdu.” (Ebû Ya’lâ, Taberânî)
Yüce Rabbimiz, bizleri elinden ve dilinden bir başkasının emîn olduğu mü’minlerden eylesin. Âmin.
Gıybet sayılabilecek durumlardan bazıları:
Bir insanın fizikî kusuru ile ilgili aşağılayıcı konuşmak.
Bir bölge veya şehirle ilgili aşağılayıcı konuşmak.
İnsanların karakter yapıları ile ilgili küçük düşürücü konuşmak.
Bir başkasının kusurunu, kaş-göz işaretiyle îmâ etmek.
“Gıybet olmasın ama…” diye başlayan cümleler kurmak.
Ölmüş insanın arkasından olumsuz şekilde konuşmak.
“Falancılar” diye başlayan ve belli bir grubun sırf kendilerini ilgilendiren kusurlarına dair konuşmalar yapmak.
“Ben gerçekleri söylüyorum, gıybet etmiyorum.” diye başlayan cümleler kullanmak.
YORUMLAR