- haftada büyüyen bebeğin hareket alanı giderek daralsa da hâlâ çok fazla hareket etmektedir. Anneler sabahları en az on tekme sayabilirler. Beynin gelişimi devam ederken, yüzeyin düzensiz görünmesinin sebebi, sinir hücreleri arasındaki bağlantıların artmasıyla meydana gelen girinti ve çıkıntılardır. Kafa kemiklerinin yumuşak yapısı, beynin büyümesine müsaade etmek üzere tasarlanmıştır.
- haftada, vücudu saran ve bebeği, içinde yüzdüğü sıvının tazyikinden koruyan ince tüyler dökülmeye başlar. Cildin altına biriken yağlar, onu kırışık görünümünden kurtarıp sevimli ve tombik gösterir. Alyuvar üretimini kemik iliği üstlenmiştir. İskelet gittikçe sertleşmektedir. Akciğerler tam olgunlaşmasalar da ritmik solunum hareketleri yapmaktadırlar.
Mükemmel beyin gelişimi, karmaşık hareketler yapmasından da anlaşılmaktadır. Bu haftalar, hatırlayabilme yeteneğinin de geliştiği zamandır. Bununla ilgili yapılan testlerde bebeğe anne rahminde iken dinletilen bir çeşit melodi, doğumu takip eden 2-4 gün içinde tekrar dinletilince bebekler buna tepki vermişler, doğmadan dinletilmemiş olan grup ise, tepki vermemiştir.
- haftada bebek, 1,5 kilogramı geçmiştir. Anne rahminde zamanın çoğunu uyuyarak geçirir. Uyanık olduğu vakitlerde onu dış dünyaya hazırlayacak olan hareketleri yapmaya devam eder.
- haftada görebilir, işitebilir, tat ve koku alabilir, dokunduklarını hissedebilir; kollar ve bacaklarda biriken yağ sebebiyle vücut ısısını daha iyi kontrol edebilir. Bu haftada rüyayla birlikte görülen hızlı göz hareketleri tespit edilmiştir. Bu göz hareketleri, erişkinde rüya esnasında oluşur. Rüya, beyin gelişimi açısından oldukça önemlidir. Zamanının neredeyse % 90-95’ini uykuda geçiren bebeğin rüyasında gördükleri, belki de günlük yaptıklarından ibarettir. Ancak bu cidden merak konusudur. Uyku sırasında bebek devamlı gelişir, büyür ve doğuma hazırlanır.
Önemli bir hamle de bebeklerin doğuma hazırlık olarak baş aşağı döndükleri dönemdir. Ancak bu durumda bile aşağıdan yukarıya doğru tekme atabilirler.
- haftada baş vücutla orantılı bir hâl alır. Kemik gelişimi tamamlanmış olsa da hâlâ esnek ve yumuşaktır. Kafa kemikleri, serbestçe birbirinin üzerinden kayabilir. Bu, onun doğum kanalından geçerken zorlanmamasını sağlar. Beynin yaralanmasını da önler.
- haftada gelişimine devam eden bağışıklık sistemi hastalıklardan korunmada mühim rol oynayacaktır. Cilt, daha az buruşuktur ve gitgide pembeleşmektedir.
Yapılan ultrason çekimlerinde bebeğin huzursuz ve mutsuzluğu görüntülendiğinde ağlayıp ağlamadığı merak edilmiştir. Lâkin ağlamak, akciğerlerden hava atılmasıdır ve bebeğin anne rahminde yaşadığı ortama bakınca bu ilmî olarak ispatlanamamıştır. Ek olarak, sıcak bir ortamda, emniyet içinde, özel korunmaya alınmış ve annesi ile en yakın olduğu anları doya doya yaşayan bebeğin, tebessümü de yapılan çekimlerde görüntülenmiştir. Bebek her ne yaşıyorsa âdeta bir monitör gibi yüzüne yansımakta ve bunlar, hekimler tarafından görüntüleme metotları ile tespit edilebilmektedir.
- haftada ağırlığı 2.5 kiloya, boyu 33 cm’e ulaşmıştır. Bu yüzden o, artık içerde daha sıkışık bir vaziyettedir. Sindirim sistemi ve akciğerler neredeyse tamamen olgunlaşmıştır.
- haftada zamanın çoğu kilo almakla geçer. Daha fazla uyanık kalır. Hâlâ tekmeler atabilir, ama daralan alanda eskisi gibi dönemez.
Hiçlikten donuk bir kan pıhtısına, bir çiğnem etten sağlam bir kemik çatısına taşınan, bu çatı üzerine giydirilen etlerle ve sarılan mükemmel deri yapısı ile muhteşem bir estetiğe kavuşturulan, içinde yaşadığı ortama bakarak; “Suyun içinde, sıkışık bir vaziyette haftalarca ne yapar?!” diye merak ettiğimiz, çoğu zaman uyuyan, hattâ rüya gören, havanın olmadığı bir yerde esnemeye benzer hareketi gözlemlenen, yüzüne bazen hüzün, bazen tebessüm, bazen de huzursuzluğu yansıyan bebeğin, dili olsaydı ve doğduğunda rahim içinde yaşadıklarını bize anlatabilseydi; acaba neler söylerdi?
Rüyasında ne gördüğünü, niçin bazen huzursuz, bazen de mutlu olduğunu deyiverseydi ne yapardık? Ufacık, ama sağlam bir karargâhta annesi ile nasıl bir iletişim kurduğunu; kordon aracılığı ile nasıl beslendiğini; buraya gelip tutunana kadar nice zorluklar çektiğini; yuvarlanarak ilerleyen bir küme içinde bölünüp çoğalan hücrelere:
“-Sizler gözümü, kulağımı; sizler kalbimi, karaciğerimi; sizler de böbrek ve beynimi yapacaksınız! Ona göre aman, dikkat!..” diyerek trilyonları geçen nice komutlar verdiğini; gözle görülemeyecek mikro çalışmaları nasıl yaptığını; içerde haftalarca nasıl meşgul olduğunu ifade edebilir miydi?
Sinir sisteminde kurduğu trilyonlarca bağlantıyı; bunları vücudunun en uç noktalarına nasıl taşıdığını; sinir hücrelerine “soğuk, sıcak, ağrı vs.” mânâlarını nasıl yüklediğini; aylar ve yıllar sonra çıkacak dişlerin tomurcukları için özel yerleri nasıl inşâ ettiğini; dünyada kendisi için hazırlanan tatlara özel tomurcukları, diline nasıl yerleştirdiğini; uçsuz bucaksız manzaralar için netlik ayarını en mükemmel şekilde yapacak bir çift göz için nice uğraşlar verdiğini; kulak kepçesinden girecek dalgaların beyinde mânâ kazanması için üç küçük kemiği ufacık bir yere nasıl konumlandırdığını; vücudunda meydana gelen zararlı maddeleri detoksifiye (zehirsizleştirme) edecek bir et parçasını nasıl yaptığını ve daha sayamayacağımız pek çoğunu; birbiri ile muhteşem ve mükemmel bir iletişim sistemi ile bağlayarak, cümlesine can suyunu yumruk kadar bir yerden nasıl taşıdığını ilh… anlatabilmeye lisânı yeter miydi?
Bilim insanlarının, araştırmalarına ömürlerini verdiği tek bir hücre için; ansiklopedilerin yazıldığını düşündüğümüzde, ne herhangi bir lisanın bunu anlatmaya; ne de herhangi bir idrâkin bunu kavramaya yetmeyeceğini anlamakta gecikmeyiz.
Kim bilir belki de bu sebeple konuşturulmaz yeni doğan bebekler; lâl olurlar da sade bir çığlık ile ağlayarak en büyük dersi verirler hakikatte, gafil insanoğluna… “Ağlayın ve anlayın!” derler. Ağlamak, anlamaktır… “Ağlayın ve dirilin!” derler. Bebekler ağlamazsa doğduğunda, hayatları sıkıntıya girer; zira ağlamak nefes almaktır, hayattır. “Ağlayın ve şükredin!” derler; yani şükredemediğinize ağlayın!
Beni bir “hiç” iken var etti Rabbim, en mükemmel sûrette inşâ ve ikram etti. İnsan elbisesi giydirdi bana, düzgün ve dengeli yaptı, şükredeyim diye nice uzuvlar verdi. En âciz anlarımda kolladı beni, bana bırakmadı. Güçlü zamanıma taşıyan da, ardından âcizliği getirecek olan da O (c.c.)… Tıpkı annemin karnındaki gibi acziyete sürüklenirim dünya hayatım uzadığında. Vakit dolduğunda geldiğim toprağa gönderilirim tekrar çıkarılmak üzere.
Anne rahmindeki maceram, sonradan yaşatılacağım hayatın bir provası gibi aslında. Evvelim hiçlik idi, varlığa taşındım. Büyüdüm geliştim. Genç ve güçlü zamanımdan sonra tersinden tekrarını yaşayacağım bu gelişmelerin… Geldiğim toprağa geri döneceğim. Ardından bir daha dirileceğim. Tıpkı ilk yaratılışım gibi tekrar var edileceğim. Ama bu sefer huzurda hesap için durdurulacağım.
“-Verilen onca nimetin şükrü için ne yaptın kulum?” suâli ile bekletileceğim.
Ardına saklanacak hiçbir kişi, yer, mazeret olmayacak! “O dehşetli gün” geldiğinde nereye kaçabilirim? Merhametli Rabbimiz’in has kullarını “selâm”[1] ile taltif edip; mücrimleri “Sizler ayrılın bir kenara!”[2] îkazı ile titrettiği o günde, nereye gidebilirim, ne yaparım?
Keşke, dünyaya gözünü ağlayarak açan “yeni doğmuş bebeklerden” ibret alabilseydim; anlayabilmek için; yaşayabilmek için; şükredebilmek için; ağlayabilseydim…
Geçer not alabilme telâşesi ile geçip-giden öğrencilik yıllarında; yeni doğan servislerinde, ağızlarından biberonları düşünce durmadan ağlayan bebeklerin feryâdını bir tefekkür vesîlesi yapabilseydim...
Ey Rabbimiz!.. Bizlere, “Bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” (Buhârî, Tefsîru Sûre (5), 12; Müslim, Fezâil, 134) buyuran Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in “üsve-i hasene” kılınan şahsiyetinden ve yaşayışından hisseler alabilmeyi ve hayatımıza titizlikle tatbik edebilmeyi nasip eyle. “Seni anıp, zikretmeyi, nîmetine şükretmeyi ve Sana lâyık kulluk ve itaatte bulunabilmeyi hepimize lutf u kereminle ihsân eyle!. Âmîn…
[1] Bkz: Yâsîn, 58.
[2] Bkz: Yâsîn, 59.
YORUMLAR