Ümmü Gülsüm Hanım; Afrika’nın kavurucu sıcaklarında, gönüllere serpilen bir avuç serin su gibi... Îmânı, hizmet heyecanı ve gayreti… Bir kişinin neleri başarabileceğine, ihlâsın nasıl bereketlendiğine verilebilecek misallerden sadece bir tanesi…
Afrika’da değişim başladı. Nice Ümmü Gülsümler, siz duyarlı Müslümanların yardım ve duâlarıyla yetişiyor.
Nasıl Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gittiği ve girdiği yerlerde bolluk ve bereketlere vesîle olmuş ve hâlâ olmaya devam ediyorsa, inşâallâh yetişen nice kızlarımız, gönüllerinde taşıdıkları Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in muhabbeti ile önce mânen bereket, ardından da ihlâs ve gayretleriyle maddî bereketlere vesîle olacaklar inşâallâh!
“-Aman benden ne olur?”
“-Bir kişinin neye gücü yetermiş?” diyenler…
Buyurun, bir kişinin gayretinden neler olacağına şâhid olun!
İnşâallâh bu röportajımız, nice hayırlı hizmet ve gayretlere vesîle olur.. Buyurun Ümmü Gülsüm Hanımefendi’nin dünyasına yolculuğa… İbret almak niyâzı ile...
Ümmü Gülsüm Hanım, öncelikle ülkemize hoş geldiniz! Biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Eûzübillâhi mineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm. Esselâmü aleyküm. Ben Ümmü Gülsüm. Burkina Faso’dan geldim. Beş kız, iki erkek olmak üzere, yedi çocuk annesiyim. Elli altı yaşındayım. Eşim, vefat etti.
Benim çocukluğumda kız çocukları pek okutulmazdı. O yüzden üniversite okumadım, ama ilmimi, fıkıh ve tefsir âlimlerinden aldım. İslâmî ilimleri de ülkemize gelen âlimlerden kurs alarak takviye ettim. Zaten babam da fakîh ve âlim birisiydi.
Burkina Faso’da nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Ben, akranım olan diğer kızlara nazaran çok şanslıydım. Çünkü Burkina Faso’da erkeklerin ilim alması önemliydi. Kızlar pek okutulmazdı. Dînî hususları bile sadece erkek çocuklara öğretirler, kızlara ise sadece tahâret ve temizlik öğretilirdi.
Ben anneannemin yanında yetiştim. Âilem, beni kiliseye bağlı olarak çalışan bir Fransız Okulu’na kaydettirdiler. Ben o sırada yedi yaşında idim. Okulun ilk gününde bize telkin ettikleri şey “teslis inancı” idi. Bize, haç çıkarmayı (istavroz) öğrettiler. Sıra ile herkes bu haç çıkarma işaretlerini yapıyordu. Bu, bana çok dokundu. Sıra bana gelince ben itiraz ettim ve yapmadım. Bütün güçlerini kullanarak bana haç çıkarma hareketini yaptırmaya çalıştılar. Beni kandırmak için yumuşak sözler söylediler. İkna edemeyince şeker ve bazı hediyeler vaad ettiler. Ben yapmamak için direniyor ve sürekli ağlıyordum. Onlar ise yaptırmak için direniyorlardı. Teneffüs zili çalana kadar benimle uğraştılar. Ben zil çalar çalmaz ağlayarak okuldan kaçtım.
Babam âlim bir insan olduğu için İslâm’ı da biliyordum, hristiyanların bana yaptırmak istediklerini de… Bunun için direndim. Onlar da benim büyük bir fakîhin kızı olduğumu bildikleri için, benim hristiyan olmam için özellikle uğraştılar. Çünkü ben hristiyan olsaydım, diğerleri daha çabuk din değiştireceklerdi.
Ama diğer çocukların hepsi hiç itiraz etmeden onların dediklerini yapıyorlardı. O okulların amacı, aslında eğitim vermekti. Ama misyonerler, önce okula talebe toplar gibi toplayıp sonra onlara hristiyanlığı öğretiyorlar, hattâ din değiştirmeleri için çocukları zorluyorlardı. Özellikle de makam sahibi veya zengin müslümanların çocukları, onların gözdeleri idi. Çünkü toplumda mevkî sahibi veya zengin çocuklar, daha etkili oluyordu. Fakirler, hep onları örnek alıyordu. Böyle birçok çocuk, maalesef elimizden kayıp gitti.
O zamanlar Müslümanlara ait hiçbir okul yoktu. Sadece mahallelerde “halka” ismi verilen, din öğretilen, sadece erkeklerin katıldığı yerler vardı. Onlar da yere veya tahta levhalar üzerine yazarak eğitim almaya çalışıyorlardı. Doğru dürüst bir sınıfları bile yoktu. Ben o zengin okulunu bırakıp din öğreten bu halkaların birine dâhil oldum.
Arkadaşlarım ise benimle alay etmeye başladılar. O lüks okulu bırakıp bu halkayı tercih ettiğim için...
“-Sen gelecekte mutlu olmayacaksın! İşin olmayacak, fakir olacaksın!.. Fransızca’yı bilmediğin için hiçbir meslek sahibi olamazsın!..” diyorlardı.
Ben ise İslâm’ı öğrenmenin, her şeyden daha önemli olduğunu söylerdim. Daha sonra şehrimizde Arapça öğreten bir okul açıldı. Bu okulu, Burkina Faso’nun Müslümanları, kendi gayretleri ile açmışlardı. Müfredâtında dünyevî ilimlerin yanında, İslâmî ilimler de vardı. Bu okul açılınca bazı bilinçli müslümanlar, çocuklarını Fransız okullarından alıp İslâm Okulu’na verdi. Ama çoğunluğu orada kalarak hristiyan oldu. Zaten o okullar, yatılı okullardı. Gece-gündüz çocuklarla yakından ilgilenip kolaylıkla hristiyanlaştırıyorlardı.
Bazı okullarına da sadece yetim ve fakir çocukları alıyorlardı. Köy köy dolaşıp çocuk topluyorlardı. Hatta âilelere:
“-Siz de çocuklarınızla gelin!.. Size de, onlara da yardımcı olacağız!..” diyorlardı.
Burkina Faso bugün nasıl? Hâlâ çok misyoner var mı?
Elhamdülillâh, bugün müslümanlar, hristiyanlara gâlip... Zaten nüfusumuz 14 milyon. Bunun % 75’i müslüman… Tek problemimiz, kız çocuklarının okutulmaması, câhil kalması... Bu, Afrika kıtasının ortak problemi aslında... Ayrıca çok küçük yaşlarda evlendirilir kızlar… Bu da okuyamamalarının en büyük sebeplerinden bir tanesi...
Eğitimden başka Afrika’nın en büyük problemi nedir?
Tabiî ki susuzluk, açlık ve sağlık problemi… Ancak her geçen gün daha iyiye gidiyoruz. Artık yavaş yavaş Müslümanlara ait hastahâneler açılmaya başladı. Bu hastahâneler, genelde özel hastahâne... Dînî hassasiyeti olan hastahâneler bunlar... Hristiyan hastanelerine giden Müslümanlara, hıristiyan doktorlar, acılar içinde kıvrandıklarında yanlarına gelip:
“-Hristiyan olursan İsa Mesih sana yardım edecek!..” diye telkinde bulunuyorlar.
Hasta, hristiyanlığı kabul edince o kişiye doğru ilacı verip ağrısını dindiriyorlar. Sonra da:
“-Bak hristiyan oldun, Îsâ seni acılardan kurtardı!..” diyorlarmış.
Hristiyan olmayanlara da ya yanlış ilaç verip daha çok acı çektiriyorlar, bir yandan da:
“-Bu ilacı sana Muhammed gönderdi, bak iyileşmedin!..” diyerek onları tâciz ediyorlar ya da ilaç vermiyorlarmış.
Böylece günlerce acı çekiyor, en sonunda çaresizce gidip:
“-Ben hristiyan oldum!” diyor.
O zaman kendisine doğru ilacı enjekte edip:
“-Îsâ seni çok seviyor!..” diyorlar. İşte sahip oldukları maddî imkânları ve tıp bilgilerini, insanların hizmetine (!) böyle sunuyorlar.
Hattâ bir hristiyan doktor, müslüman hastalara reçeteye ilaç yerine hep içki isimleri yazmış.
Bir gün gece yarısı telefonum çaldı. Arayan müslüman bir ebe. Hastahâneden arıyor. Bir kadını doğum için getirmişler. Fakat doğumu çok zor ve hayâtî tehlikesi var. Tıp âciz kaldı. Doğumu yaptıramıyoruz. Hristiyan bir doktor gelip:
“-Bizim doktor olarak yapacak bir şeyimiz kalmadı. Duâ edelim.” dedi.
Ve duâya başladı. Duâ etti, ancak hastada bir değişiklik yok. Hâlâ doğum yapamadı. Yahudi doktorlar geldi ve duâ ettiler. Fakat hasta yine doğum yapamıyor. Kadın acılar içinde ve ölmek üzere… Benim aklıma sen geldin. Şimdi sıra bizde, biz müslümanlarda… Ne yapabilirim, nasıl duâ edeyim?” diye bana soruyor.
Ben de, o hemşireye şöyle dedim:
“-Önce git, güzelce bir abdest al!.. Sonra iki rekât namaz kıl. Ardından ellerini aç ve bu hastaya şifâ vermesi için Allâh’a duâ et!.. Sonra hastanın başına var. Elini anne adayının karnına koy. İçinden geldiği kadar Besmele çek! Sonra Âyete’l-Kürsî başta olmak üzere bildiğin kısa sûreleri oku!..” dedim.
Sonra ben de kalkıp namaz kılmaya başladım. Ben daha selâm vermeden telefon çalmaya başladı. Korkarak telefonu açtım. Ölüm haberi bekliyordum âdeta… Telefonu kaldırınca hemşirenin sevinç çığlıkları arasında:
“-Müjde bebek doğdu, anne kurtuldu!..” sesini duyunca Rabbime çok şükrettim.
Daha sonra hastahânenin başhekimi gelmiş, olanları ona anlatmışlar. Başhekim ebe kardeşime:
“-Ne okudun?” diye sormuş. O da:
“-Bu, Müslümanlara ait bir sır!..” demiş.
Elhamdülillâh, bunlar hep Allâh’ın yardımı ile oldu.
İnşâallâh bizim müslümanlara ait bir kadın doğum hastanemiz olunca, doğan bebeklerin kulaklarına ezân okuyacağız. Bebeklerin ağızlarını hurma ile açacağız. Temiz ve nezih bir müslümanlıkta örnek olacağız inşâallâh!
Burkina Faso’da sizin ne gibi hizmetleriniz var?
Benim 39 yıldır bizzat açıp idâre ettiğim bir okulum var. İlkokuldan liseye kadar talebeler yetiştiriyoruz, elhamdülillâh! Şimdilik kızlarla erkekler aynı sınıfta okuyorlar, ama Osman Nûri Topbaş Hocaefendi bana söz verdi, inşâallâh yeni bir okul daha yapıp kızlarla erkekleri ayıracağız.
Ben okul açtığımda hristiyan bir baba çocuğunu getirdi. Ve bize:
“-Çocuğuma sadece ilim vereceksiniz. Sadece düzgün bir Arapça öğrensin, ama İslam’dan bahsetmeyeceksiniz Müslüman yapmayacaksınız!..” diye bizden söz aldı.
Ben de onun şartını kabul ettim. Bu çocuk, okula başladı. Çok akıllı idi. Kısa zamanda Arapça’yı öğrendi. Kur’ân okumaya başladı. Hep hadîs-i şerîfler okuyordu. Sonra kendi kendine namaz kılmaya başladı.
Benim bir de aslî vazifem, tebliğci olmak!.. Hanımlara tebliğ yapıyorum. Bir dernek kurduk orada, “Birleşmiş Müslüman Kadınlar Topluluğu” adı altında… Bu derneğin kuruluş amacı ise, bir müslüman kadının evinden çıktığı zaman evine yine müslüman olarak dönebilmesi, İslâm’ın kadına verdiği özgürlük ve hakların farkına varması ve ilim öğrenmenin önemini kavraması...
“Câhilliği kaldırmak!” diye bir projemiz var. Bu proje ile okuma-yazma bilmeyen kadınlara okuma-yazma öğretiyoruz. Her gün mescidlerde ders veriyoruz. Özel günlerde (düğün, doğum, ölüm ve kandiller) evlerde sohbetler yapıyoruz. Tebliğ yolculukları yapıyoruz. Yani şehir şehir gezip bilgi veriyoruz, İslâm’ı anlatıyoruz.
Yirmi kişi, sırf bu dernek için çalışıyor. 20 binden fazla da gönüllümüz var elhamdülillâh!
Bu faâliyetlerinize erkekler destek oluyorlar mı?
Öncelikle bu faâliyetlerimizden çok memnun kalıyorlar. Hanımlarını derneğimize göndererek destek veriyorlar. Sen benim şehrime gelsen:
“-Beni, Ümmü Gülsüm’ün evine götürür müsünüz?” desen, herkes tutar getirir.
Bizi, faaliyetlerimizden dolayı tanımayan yoktur. Radyoda da çalışıyorum; oradan insanlara İslâm’ı anlatıyorum… Kilisedeki hristiyan kadınlar bile radyodan bizim vaazlarımızı dinliyorlarmış.
Hristiyanlar sizin gayret ve hizmetlerinizden rahatsız oluyorlar mı?
Tabiî ki aramızda çok büyük bir rekâbet var. Ama onlar, maddî bakımdan daha çok imkâna sahipler. Bizim ise îmânımız var, elhamdülillâh!.. Bizim başarımızı görüp:
“-Bu kadar imkânımıza rağmen, biz, bir Ümmü Gülsüm kadar olamıyoruz?” diye kendi aralarında konuşuyorlarmış.
Bir de hapishânelere hizmetlerimiz oluyor. Müslüman oluyorlar. Biz de onlara sabun hediye götürüyoruz. Küçük kumanya paketleri veriyoruz. Müslüman-Hıristiyan ayırmadan herkese hediyeler veriyoruz. Buna rağmen bazı hrıstiyan mahkûmlar, biz vaaz ederken gürültü çıkarıp bize tâbî olmak isteyenleri engellemeye çalışıyor.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de İslâm’ı tebliğ ederken müşrikler gürültü çıkarırlardı.
Ama her şeye rağmen birçok kimse müslüman oluyor. Tebliğ yolculuklarımızda kabile kabile geliyorlar, müslüman oluyorlar. Bazen kabîle reisleri gelip müslüman olduklarını bildiriyorlar. Hattâ ben Türkiye’ye gelmeden biraz önce bir kabilenin kadınları gelip topluca müslüman oldular.
Türklerin gönderdiği yardımlarla ne gibi faaliyetler yapılıyor?
Türkiye’nin açtığı bir yardım bürosu var. Oradan Burkina Faso’nun her yerine yardım yapılıyor. En büyük yardım, en büyük hareket Türklerin açtığı bu bürolardan yapılıyor.
Meselâ kuyular açılıyor. Kur’ân Kursları açılıyor. Erkeklerinki yatılı, inşâallâh bu yıl da kızlar için yatılı kurslar açılacak... Kurban yardımı, yiyecek ve giyecek yardımı… Bir de bir tekstil kursu açıldı. İslâmî usûllere göre kıyâfetler dikiliyor. Bu kıyafetler, kısa giyinen müslümanlara hediye edilecek inşâallâh! Terzilik de öğretiliyor.
Daha ben gelirken yeni bir dikiş-nakış kursu açıldı. Türkler, kadının hayattaki rolü ile çok ilgileniyorlar. Türklerin bu kadar güzel işlere imza atmalarının sebebi, yaptıkları yardımları tâkip etmeleri bence… Bunun en büyük delili, bizim kızlarımızın buradaki kurslarda eğitim görmeleri… Hattâ benim bile burada olmam.
Ümmü Gülsüm Hanım; bu gayretlerinizin bereketini iki dünyada görürsünüz inşâallâh… Sizin gibi firâsetli hanımlarla Kara Kıta’nın kaderi de bembeyaz olur inşâallâh… Gönlümüz ve duâlarımız sizlerle… Çok teşekkür ediyoruz.
Ben de teşekkür ederim. Bütün Türk halkına sizin vasıtanızla selâm, muhabbet ve duâlarımı gönderiyorum.
YORUMLAR