“Cânı kim, cânânı için sevse cânânın sever
Cânı için kim ki cânânın sever cânın sever”
(Fuzûlî)
Kâinât, muhabbet üzere kurulu olduğu için; muhabbetten yoksun tek bir zerre, tek bir varlık hayal edemezdim.
Lâkin gördük ki, öyle kimseler var bu toprak üzerinde, sağanak sağanak yağan bu muhabbet yağmuruna karşı âdeta çelikten mahfazalarla siper almış ve savaş açmışlar!.. Nasıl hazîn bir savaş ki, kendisini taşlayanlara bile hayır duâda bulunan kâinâtın varlık sâikı Peygamber Efendimiz’i baş düşman edinmişler kendilerine!..
Kızı Zeyneb’i, hâmileyken ok atarak deveden düşürüp vefâtına sebep olan Esved oğlu Hebbar’ı bile affeden;
Kendisine, akrabalarına ve ashâbına her türlü cefâyı lâyık görenleri, koca bir şehrin, Mekke’nin fethinde, yani cezalandırmaya en muktedir bir hâldeyken bile affedebilen o yüreği, ancak bir yüreksiz göremez!.. Fakat adı “insan” olup sinesinde yürek taşıyan bir varlık, nasıl olur da bu kadar bedbahtlaşabilir!..
Cevap açık; cânı için kim cânânını sever ise ancak cânını sevmiş olur! Sevgiyi, muhabbeti sadece kendi nefsine yöneltenler, “Cânân’ın hatırına başka varlıklar nasıl sevilir, siyah küçük bir taş nasıl kıymet kazanır, bir saç teli nasıl el üstünde tutulur, bir ayak izi nasıl baş tâcı edilir…” nereden anlasınlar?!.
Muhabbet, kendi can kafesinde kilitli kalınca Cânân’a nasıl kanat açsın ki? Ve geriye kalan cansız bir can… Netice meydanlarda kol gezinen ölü kalpler!..
Ama kendime dönüyor ve diyorum ki:
“-Bunlar hep bizim gayretsizliğimizin yansımaları!..”
İslâm’ın güler yüzünü sunmadaki tembellik ve lâkaytlığımızın hazin neticeleridir bu gördüklerimiz!.. Bugüne kadar sopayla Allâh kelâmını öğretmeye çalışanlar, sakal bırakırken neyi temsil ettiğini unutup yüzünden tebessümü esirgeyenler, başına örtüyü takarken kalbindeki örtüyü kaldırıp münâkaşaya girişenler; yani yine biz müslümanlar değil miydik sahabe kıvamını yitirenler?! Sûretimize aksettirdiğimiz dinimizi, sîret ve yaşayışımıza taşıyamayan bizler değil miyiz?!.
Ama şimdi… En güler yüzlü, müşfik gönül sultanlarının elinde şimdi yeni bir gençlik diriliyor, Allâh’ın izniyle!.. Şu güzel vatanımızın herkese, her gönle kucak açan Anadolu’nun bağrında Gül’e hayran; dikenlerle bile o Gül hatırına geçinmeye râzı olan bir gençlik büyüyor inşâallâh!.. Ve tek gâyesi, Cânân’ı uğruna cânının her zerresiyle bu muhabbeti nice gönüllere taşıyabilmek…
Yâ Rasûlallâh!.. Sana yapılanları ancak Rabbimize şikâyet ediyor ve:
“-Yâ Rab!.. Onlar bilmiyor! Bilmelerine bizi vesîle kıl!.. Üzerimizdeki bu tembelliği kaldır. İslâm’ın şefkat ve merhametini bütün insanlığa duyurmayı bizlere nasib eyle!” diye yalvarıyoruz.
Sen de ötelerden:
“-Âmin!” der misin ya Rasûlallâh?!.
Yâ Rab!..
Bugüne kadar müslüman şahsiyetler olarak girdiğimiz hatalı hâllerin yansımasının bu kadar ağır olacağını bilemedik! Affet ve bu hatayı telâfî edebilmeyi bizlere nasib eyle!.. Canımızı, ancak Senin için yaşatıp Senin için fedâ edebilmeyi lütfeyle! Ve bu canlar, can katsın diğer cansızlara!.. Bir dirilişin tohumları olabilsin yüreklerimiz! Sahabe kardeşliğini, Osmanlı’nın vakarını, o nebevî merhamet ve muhabbeti tekrar yaşayıp yaşatabilmek bizim kaderimiz olsun!
Allâh’ım; Rasûlü’nün şefkat ve merhametinden bî-haber gönüllere uzanabilmeyi nasib eyle!.. Ve kalplerimizi Habibi’nin muhabbetiyle dolu bir kor eyle ki, o buz kesmiş gönülleri de ısıtmakla rızâna erelim! Gönüllerimizi nefsimize köle olmaktan, hevâ ve hevesimize kul olmaktan koru ki, bu dinini en güzel örnek olarak tebliğ edelim insanlara!
Kalpler, Senin kudret elinde yâ Vedûd!.. Dilersen Rasûl’e uzanan elleri, Ömer misâli, tevbe için açtırırsın; dilersen, Ebû Cehil misâli, cehenneme odun eylersin!.. Bizleri Fâtımalar misâli, Ömerlerin hidâyetine vesîle eyle, sırtımızdaki bu ağır vebâlden kurtuluşa erdir Allah’ım!.. Yoksa bu vebâlin altında gazabına dûçâr olmaktan korkar ve Sen’den yine ve ancak Sana sığınırız!
Bizlere “el-Hâdî” ism-i şerîfinle tecellî eyle ve bu tecellînin diğer gönüllere aksedişinde biz âciz kullarını da vesîle kıl!..
Eğer o küstah diller ve gâfil eller; Rasûl’e kadar uzandıysa, bu bizim çizdiğimiz yanlış portrelerin neticesidir ve hepimizin üzerinde büyük bir vebal var demektir. Şimdi hep birlikte, yeniden müslüman imajını aslına rücû ettirmek ve Rasûlü’nü dünyaya tanıtmaktır vazifemiz!.. “Bünyânün mersûs: Perçinlenmiş, kenetlenmiş bir binâ” misâli…
Allâh, yâr ve yardımcımız…
Rasûlullâh, sertâcımız ve rehberimiz olsun!..
YORUMLAR