Adını Kalbimde Anarım

Sevmek gerçekten de bir sanat... Hem de her nevi sanattan farklı olarak herkesin, hattâ her şeyin içinde var olan bir sanat. Suyun içinde meselâ ne büyük bir sevgi vardır; her dokunuşta huzur veren... Birbirini yakması gereken iki kimya öyle bir sevgiyle bağlanıyor ki birbirine yakmak yerine ferahlık veriyor kendisine değene. Atom çekirdeğindeki bağları koparmaya, parçalamaya kalktığınızdaysa bir şehri ortadan kaldıracak yangınla çıkıyor meydana. Ve yılan bile seviyor da evlât sahibi oluyor; akrep, yavrusunu sırtında taşıyor; kuşlar eşlerine çiçek dalları, ayılar balık hediye ediyor. Sonuçta herkes ve her şey istidadı nispetinde seviyor...

Ya insan? Nedir sevmenin ölçüsü? Evini, evlâdını, ana-babasını, zevc/zevcesini nasıl sevmeli ki her “şey”den farklı olsun sevgisi? Ne güzel ölçüdür, Allah’ın ölçüsü!.. “Mallar ve evlâtlar fitnedir...” (Enfal, 29) buyuruyor Vehhâb olan ve yine kalplerin sahibi: “Mallar ve evlâtlar zînettir...” (Kehf, 46) buyuruyor.

Eğer “sevgi, kaynağını kâinatın Hâlık’ından alıyorsa”, sev sevebildiğin kadar ve bağlan Allah’ın ipiyle. Yok eğer merkez nefis ise, nefis değil mi fitnenin başladığı yer?!. İnsan öyle sevmeli ki ne incinsin ne incitsin. İnsan öyle sevmeli ki, karşılık Allah’ın hazinesinden gelsin; menfaat ve nefislerle kirlenmesin.

Bazen kendi kendime diyorum ki:

“– Vefasızlık etsem de kırılmayan bir ana-baba”, “hürmette kusur etsem de kızmayan bir efendi”, “unutsam da unutmayan bir dost”... var mıdır?

“– Sevginin kaynağını kâinatın Hâlık’ından alanlar, bütün mahlûkatla dost olurlar.” buyurarak cevap veriyor bir Hak dostu. Ve işte gerçek sevginin ölçüsünü koyuyorlar böylesi Hak dostları. İnsanlığın farkını öğretiyor ve sergiliyorlar. Vefasız gecelere, kusurlu hürmetimize, bütün nisyanımıza rağmen biz gafil evlâtlarını hep seven, unutmayan, koruyup kollayan Hak dostları da olmasa ne kadar mahzun kalırdı dünya! İnsanı insan yapan ve insana insanlığının farkını hatırlatan o Hak dostları değil mi zira?!. Gönül sultanımı hatırladıkça geliyor garipler aklıma, gönül sultanımı andıkça anıyorum vefayı, gönül sultanımı saydıkça sayıyorum ecdadımı... Ve unutmadığımda hiçbir an onu, huzur buluyorum...

Sonra her şey sükûn buluyor içimde. Merkeze, Allah’ın sevgi pınarlarından birisi oturunca sevgi de huzur buluyor. Yoksa huzur bulmayan sevgi ne kadar zedeliyor insanı, ne kadar da hırpalıyor!.. Beklemek zor geliyor, beklenmek zor geliyor ve sevgi perde oluyor yine sevgiye, ağırlaşıyor kalp. Hâlbuki muhabbetin mihengi Hak rızası olunca nefis karışmayınca oraya sitemler, kızgınlıklar bile bir anda tatlı cilvelere dönüşüveriyor.

Bir gün Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Âişe’ye:

“– Ben senin bana kızgın olup olmadığını anlıyorum.” dedi.

Hazret-i Âişe:

“– Nereden anlıyorsun?” deyince  Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“– Benden hoşnut olduğunda «Muhammed’in Rabbine yemin ederim.» diyorsun. Kızdığında ise: «İbrahim’in Rabbine yemin ederim.» diyorsun, buyurdular.

Bunun üzerine Hazret-i Âişe:

“– Doğru söylüyorsun. Fakat ben adını dilimde anmasam bile kalbimde anarım.” karşılığını verdi. (Buharî, Nikâh 108, Edeb 63)

En büyük aşkı o yaşadı dünyanın, âhiretin, bütün âlemin en güzel Sevgilisine... Ama hiç aşmadı Allah rızasını. Ümmet-i Muhammed’e dua ederken bile o en Sevgiliyi sokmadı Rabbiyle arasına, yalnız yakardı Allah’a. İftiradan kurtulduğu gün: “Beni kurtaran Rabbimdir.” deyip şükrünü Allah’tan gayrısına sunmadı...

Ama çok sevdi, her şeyden çok sevdi Sevgilisini ve O’nunla yol aldı Rabbine. Ne güzel sevgi, böyle olunca...

Seviyorum, Hakk’ın kapısına bir yol bulabilmek için... Seviyorum sevgiyi, fedakârlığı tadabilmek için... Seviyorum incitmemeyi, incinmemeyi öğrenmek karşılığı Allah’tan bekleyebilmek için... Seviyorum gönül sultanımın emaneti, Rabbimin işittiği duanın cevabı olduğu için. Seviyorum ancak Allah rızası için, Rabbim ihsan etti diye...

Hak Teâlâ hepimize kendi rızasına yol bulacağımız sevgiler ihsan etsin! Sevgiyi nefsimizde değil Zâtında taşımayı lutfetsin! Kendi rızasını kaybettirecek hiçbir sevgi zerresini gönlümüzde bırakmasın!..

 

Huri ERYILMAZ

 

 

 

 

Esma bint-i Hatîce’nin, evlenen kızına nasihatleri:

“Yavrucuğum! Artık doğup büyüdüğün yuvandan çıkıyorsun ve hiç tanımadığın birine hayat arkadaşı oluyorsun.

Sen, ona yeryüzü gibi ol, o da sana gökyüzü gibi olsun.

Sen, ona istirâhat yeri ol, o da sana direk olsun.

Sen, ona cariye ol, o da sana köle olsun.

Bir şey isterken çok ısrarcı olma ki sana kızgınlık duymasın.

Ondan fazla uzak kalma ki seni unutmasın.

Sana yaklaştığında sen de ona sokul. Senden uzak durduğunda sen de belli bir mesafede dur.

Onun burnunu, kulağını, gözünü kötü koku, ses ve görüntülerden koru.

Kocanın burnu senden sadece güzel kokular duysun; kulağı sadece güzel sesler işitsin; gözü sana baktığında sadece güzellikler görsün.”

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle